İlk yazımızda kemoterapi sonrası ilk 1 ayda gözlenen yaşam kayıplarını kemoterapi ilişkili yaşam kayıpları olarak tanımlamıştık, ve başlıca iki nedenden ilki olan tedavi yan etkilerine bağlı yaşam kayıplarını kapsamlı olarak sizlere anlatmıştık. Kemoterapiye bağlı yaşam kayıpları azaltılabilir mi başlıklı ikinci yazımızda sizler ile aşırı tedaviyi paylaşacağız.

Aşırı kemoterapi; ileri evre, yani dördüncü evre hastalarda çoklu sıra kemoterapi verilmesine rağmen hastalık ilerlemesi ve hastanın düşük performans durumunun dikkate alınmaması ve tekli veya çoklu kemoterapiye devam edilmesidir. Kemoterapi ilişkili yaşam kaybı oranı bu tür uygulamalarda da artar. Dördüncü evre hematolojik olmayan kanserlerde kemoterapi verilmesinin amacı hastalığa bağlı şikayetleri geriletmenin yanı sıra yaşam süresinin uzatılmasıdır. Ancak şu unutulmamalıdır ki bu hasta grubunu tamamen iyileştirmek mümkün değildir. Bu süreç hasta ve ailesi ile makul ve yeterli ölçülerde paylaşılmalı ve hastalıktan tamamen kurtulma arayışı içine girilmemelidir.

İleri evre, yani metastatik hastalığa sahip hastası için şifa umudu taşıyan hasta yakınları ülkemizde olduğu gibi tüm dünyada hekimi daha fazla tedavi için zorlarlar. Hasta ve yakınlarının baskısından bunalan veya tedavinin kesilmesi ve yaşamın son dönemi bakım sürecini anlatmakta zorlanan hekimler her türlü koşulda kemoterapi vermeye devamı tercih edebilirler. Bu yaklaşım tarzı da kemoterapi ilişkili yaşam kaybı oranını artıracaktır.

Gelişmiş ülkelerde ileri evre kanser hastaları tedavi rehberleri doğrultusunda birkaç grup kemoterapi rejimlerini ardışık aldıktan sonra yanıtsızlık durumunda (kanıta dayalı tedavi seçenekleri bitince) kanser tedavisine son verilir ve hasta Hospice olarak adlandırılan palyatif bakım ünitelerine yönlendirilir. Hospice grubunun hedefi hastaya yaşam kalitesini artırıcı, şikayetlerini azaltıcı tedavi programlarını uygulamaktır. Farklı bir deyişle, yaşamın son döneminde hastayı en üst düzeyde rahatlatacak şekilde, mümkünse evinde ve ailesi ile birlikte yönetmektir. Ülkemizde bu tür profesyonel organizasyonlar tanımlanma aşamasındadır ve bu alan henüz rutin pratik uygulamada yerini maalesef alamamıştır.

Ülkemiz gibi şifacılara inanışın yüksek olduğu doğulu ülkelerde şifa, yani hastalıktan kurtulma arayışı oldukça fazladır. Bunun kimseye zararının olmayacağını düşünebilirsiniz. Ne var ki bu grup hasta yakınları alternatif tıp ürünlerini daha fazla tercih etmekte, hekimini daha fazla tedaviye ve hastasını kurtarma hedefli stratejilere zorlamaktadır. Hasta yakınlarının, bu arayışların zaman zaman “tamahkar sahtekarı bulur” deyişini hatırlatırcasına, hatalı yollara ve umut tacirlerine yöneldiklerini gözlemekteyim. Bu süreçte hastalarının altın değerindeki sürelerini aşırı tedaviye, alternatif tıp ürünlerine bağlı yan etkilere ve kötü yaşam kalitesine değişmekteler.

Bu gibi istenmeyen durumların önüne geçmenin yolu hasta ve yakını ile hekimler iletişimlerini artırmalı, hekimler hasta ve yakınlarını kapsamlı bilgilendirmeye tedavinin başında planlamalıdır. Bununla birlikte kanserli hastaları bu süreçte destekleyecek özel tanımlanmış ve yetişmiş palyatif bakım ekiplerinin onkoloji kliniklerinde yer alması son derece önemlidir. Kemoterapinin artık uygun görülmediği ve kesildiği hastalarda yaşam kalitesini artırma amaçlı bakım sürecini yönetmek en az diğer tedavi süreçlerini yönetmek kadar kıymetlidir. Umuyoruz ki ülkemizde de gelişmiş ülkelerde olduğu gibi Hospice olarak adlandırılan palyatif bakım klinikleri hızlıca oluşturulur ve sayıları artırılır.

Konuyla İlgili ESMO Kongresi 2016’da Bildirilen Fransa’da Yapılan Bir Çalışmaya Göz Atalım;

Bu çalışmada hastaların hayatlarının son üç ayında kemoterapi alma kararını etkileyen nedenler araştırılmış. Kanser tanı ve tedavi süreci sonrası yaşamını kaybetmiş 280.000 hastanın verileri incelenmiş. Hastaların %20’sinin yaşamının son bir ayında kemoterapi aldığı saptanmış. Özellikle erkek hastalar, gençlerde ve ek hastalığı bulunmayanlarda; kanser bölgesi baş-boyun, meme, akciğer ve kadın kanserlerinde kemoterapi verilmesi daha çok tercih edilmiş. Bununla birlikte palyatif bakım kliniğine sahip kliniklerde yaşamın son aylarında daha az kemoterapi verildiği saptanmış. Bu verilerden son derece etkilenen kongreye katılan hekimlerin ortak vurgusu "yaşamın son 1 ayında kemoterapi verme hedefimiz %0 olmalıdır" olmuştur. Bunu sağlayabilmek için hasta ve hasta yakınlarıyla hayatın son döneminin nasıl yönetileceğini çok daha erken dönemlerden itibaren konuşulması gerektiği söylenmiştir.

Fransa gibi gelişmiş ülkeler sınıfında yer alan bir ülkede bile yaşamın son bir ayında kemoterapi alan hasta oranının %20 olması son derece şaşırtıcıdır.

Ülkemizde bu oranın daha düşük olduğunu varsayıyor, çok daha aşağılara çekmeyi hedefleyen onkolojik tedavi stratejilerinin benimsenmesini diliyorum. Bu stratejiyi geliştirmek için bizler de kendi ölçümlerimizi yapmalı ve doğru stratejileri izlemeliyiz.