Alexandre Dumas bir dönemin tarihini gerçek dışına taşıyarak yarattığı kahramanlar ile akıllarda ve yüreklerde iz bırakmıştı. Kanser alanında bu yeni gelişmeler adeta bu üçlüyü ve hatta D'Artagnan’ı andırır yeni moleküller ile, Dumas’a bizler üç silahşorlar tadında gerçek bir başarı öyküsü yazıyoruz göndermesi yapıyor.

Nedir bu yeni tedaviler ve hastalarımıza nasıl bir ümit ışığı sunuyor gelin hep birlikte göz atalım.

Neredeyse 100 yıla yakın zamandır kanser tedavi alanında yürütülen çalışmalarda, kanser hücresine yönelik doğrudan öldürücü yöntemler hedeflendi. Oysa vücudun kendini koruyan en önemi mekanizmalarından birisi olan immün sistemin (bağışıklık sistemi) gücü yok sayıldı veya immün sistemin yetersizliği kanser hücresinin gücüne atfedildi. Vücudumuzda yer alan immün sistemimiz iki ucu keskin bıçak gibidir. Aşırı ve kontrolsüz çalışmasında immün aşırılık olarak tanımlayabileceğimiz çeşitli organların hasarı ile giden hastalıklar ortaya çıkar. Yetersiz çalışmasında ise enfeksiyonlar başta olmak üzere kansere yatkınlığa varan olumsuz durumlar ortaya çıkar.

Bilim adamları 1990’larda kanserle baş etmede immün sistem aracılı ilaç geliştirme konusunda umutlarını yitirmişken Prof. James Allison umudunu kaybetmeyen bilim adamlarından birisi oldu. UC Berkeley Kanser Araştırma Laboratuarı Direktörü olarak görev yaparken 1990'ların sonlarında, Allison CTLA-4 adı verilen özel bir biyolojik molekül ilgisini çekti. Allison ve arkadaşları yaptıkları çalışmada T hücreleri olarak adlandırılan, bağışıklık sisteminin en önemli hücrelerinin üzerinde olan bu molekülün, T hücrelerinin aktivitesini frenleyerek (inhibe ederek) hizmet ettiğini kanıtladı. T hücrelerinin bağışıklık sisteminin saldırı düzenlemesinde kritik rolü olduğu biliniyordu. Bu engellemenin kaldırılmasının kanser tedavisinde nasıl bir yarar sağlayacağını merak eden üçlü kanserli fare modellerinde çalışmaya başladı. 1996 yılında yayınlanan bir yazılarında Jim Allison, Max Krummel ve Dana Leach CTLA-4’ün aktivasyonunun bir antikor aracılığı ile engellendiği farelerde tümör büyümesinin ortadan kaldırabilir olduğunu gösterdiler. İmmün kontrol noktası (checkpoint regulators) düzenleyicileri olarak tanınan ve geliştirilen yeni çığır açıcı ilaçlara bu çalışma ilham kaynağı oldu. Bu gelişmeden sonra İpilimumab (YERVOY) olarak adlandırılan CTLA-4 engelleyici özellikte bir tür antikor (aşı benzeri) olan ilaç Malign Melanom isimli, son derece agressif seyirli ilerlemiş evre cilt kanserli hastalarda kullanıldı. İnsanlar üzerinde yapılan erken klinik çalışmalarda başarıya ulaşan YERVOY ileri evre (metastaz yapmış) malign melanomda yaşam süresine anlamlı katkı sağladığı gösterildi ve elde edilen başarılı sonuçlar 2010 yılında bilim alanının en saygın dergilerden olan New England Journal of Medicine’de yayınlandı.

Bu çalışma kanser hücresine yönelik geliştirilen hedeflenmiş ilaçlardan sonra yeni bir devrimi ve beraberinde başarı öyküsünü getirdi. Bu bilgilerden yola çıkarak kanserli hastada nakavt olmuş immün sistemi harekete geçirebilecek yeni fren mekanizmaları saptandı. PD-1 programlanmış hücre ölüm proteini olarak da bilinir ve hücre yüzeyinde bulunan bir reseptördür (algaç). Bu reseptöre PD-L1 adlı protein yapısındaki ligand bağlanarak kansere yönelik immün sistemin fren mekanızmasını çalıştırır. Bu protein yapılara karşı geliştirilen iki ilaç Nivolumab (Opdivo) ve Pembrolizumab’ın (Keytruda) malign melanomda etkinliği kanıtlanmakla kalmadı, akciğer kanseri gibi yönetimi son derece güç olan başka bir kanser türünde daha etkinliği kanıtlandı. Kanser tedavisi alanında, ipilimumab ile başlayan ve PD-1 resöptörüne karşı geliştirilen antikor niteliğinde bu iki yeni ilaçla devam eden bu serüven, bana üç silahşorların gönüllerde ve hafızalarda bıraktığı izi hatırlattı. Cilt kanseri ve akciğer kanserinde başlayan bu umut verici serüven diğer kanser türlerinde de devam edecek gibi görünmektedir.