Geçtiğimiz yıllarda – Caster Semenya ve Dutee Chand adlı – 2 bayan atlet yoğun bir şekilde medyanın ilgi odağı oldu ve muhtemelen bugünlerde gerçekleşek Brezilya 2016 Yaz Olimpiyatları’nda da dikkat çekecekler. Her iki kadın sporcu, farkında olmadan Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) ve Uluslararası Atletik Federasyonlar Birliği’nin (IAAF) “Hiperandrojenizm” (testosteron) politikalarının askıya alınmasında önemli roy oynadılar. Yarışmacıların “erkeksi” görünümleri ile ilgili endişeleri vardı ve bu endişeleri müdahaleci bir medya ve sosyal medya tarafından daha da artırıldı. Konu hakkında saygın tıp dergisi JAMA'da yayımlanan bir yazıyı sizlerle paylaşmak istedik.

Semenya ilk olarak 2009 yılında Berlin’de düzenlenen Dünya Oyunları’nda, 800 metrelik yarışı kolayca kazanması ile dikkatleri çekmişti. Dış görünüşünün, rakiplerini rahatsız etmesi üzerine cinsiyeti konusunda kapsamlı tıbbi değerlendirme istendi. Birkaç ay sonra yarışmalara döndüğünde Semenya’nın dış görünümü değişmedi ve o artık son derece rekabetçi ve sivrilen bir yarışmacı haline gelmişti. Sonuçta bu olay, bayan atletler için üst eşiği 10 nmol/L (288 ng(dl) olarak belirlenen ve kan testosteron düzeyine bağlı olan Hiperadrojenizm politikasının geliştirilmesine katkıda bulunmuştur, tabii ki sporcunun testorteron duyarsız olduğu daha önce gösterilmemiş ise.

caster semenya

Testosteron duyarsızlığı, androjen duyarsızlığı veya testiküler feminizasyon olarak da bilinir. X kromozomuna bağlı resesif geçişli bir genetik sendromdur (Androgen Insensitivity Syndrome). Burada kişi erkek, yani XY genotipine sahip olmasına rağmen, hücresel düzeyde androjen reseptör mekanizması bozukluğu nedeni ile testosterona direnç vardır ve hem medikal hem psikososyal hem de yasal açıdan kadın olarak yetişir. Semenya’nın durumunun ne olduğu kişsel bilgilerin gizliliği prensibi doğrultusunda açıklanmamıştır, fakat kadın olarak yarışmalara katılmaya devam etmesine izin verilmiştir. Daha sonra 2011 Dünya Oyunları ve 2012 Londra Olimpiyatları'nda gümüş madalya almıştır.

Gelecek vaad eden Hintli bir koşucu olan Chand, 100 metrede çeşitli Ulusal ve bölgesel yarışmalar kazandı. Onun da rakiplerinin benzer kaygıları dile getirmesi üzerine Hindistan Atletizm Federasyonu soruşturma başlattı. Bunun üzerine biyoetikçiler tarafından desteklenen Chand, Uluslararası Spor Tahkim Mahkemesi’ne başvurdu. Temmuz 2015’te 160 sayfalık geniş bir dava tutanağı ile, hiperendrojenizm politikaları askıya alındı ve mahkeme onun lehine karar verdi. Bu karar diğer spor fedarasyonlarını da etkilemiştir. Hiperandrojenizm, testosteron gibi erkek cinsiyet hormonlarının fazlalığı ile seyreden tıbbi bir durumdur ve doğurganlık çağındaki bayanlarda, özellikle polikistik over sendromlularda, sık görülen bir endokrin bozukluktur.

Dutee_Chand

Daha sonra 25 Haziran 2016 tarihinde, Chand 100 metre yarışında 11.32 saniyelik derecesi ile 36 yıl aradan sonra Olimpiyatlara gitmeye hak kazanan ilk Hintli kadın olmuştur. Bununla birlikte bu derecesi ona madalya kazandırmaya yetmeyecek gibi gözükmektedir.

Diğer tarafta Semenya, yılın en iyi 400 ve 800 metre koşularını gerçekleştirerek çok iyi bir Olimpiyat hazırlık yılı geçirdi. Rio’da eski performansını yakalaması beklenmekte ve muhtemelen medyanın yakın takibi ve diğer sporcuların şikayetleri de devam edecektir. Bazıları da mutlaka testosteron eşik seviyelerinin yeniden düzenlenmesi için çağrıda bulunacaktır.

Erken soğuk savaş döneminde (1945-1966) uluslararası spor yarışmaları, Doğu ve Batı Bloğu Ülkeleri arasındaki tansiyon için adeta bir vekil işlevi gördü. Bu dönemde Sovyet bloğu sporcularının feminenliği hakkındaki spekülasyonlar, “çıplak geçit” olarak adlandırılan ve alay konusu haline gelen anatomik denetimlerin başlamasını teşvik etti. Bu iddialar ve şüpheler sonucu 1968 Olimpiyat Oyunları’nda, sporcuların genetik olarak cinsiyetlerinin belirlenmesi için bukkal smear (yanak iç kısmından örnek sürüntü) uygulaması başladı. Adli tıpta da oldukça yaygın olarak kullanılan bu uygulamada, hücrelerdeki DNA’yı toplamak için yanak iç kısmından ucu pamuklu bir çubukla sürüntü alınır. Bilindiği üzere kadınlar 46-XX kromozomlarına sahipken, erkekler 46-XY kromozomlarına sahiptir. 2 X kromozomunu saptamaya yönelik daha zararsız ama güvenilirliği az olan bukkal smear uygulaması, androjen duyarsızlığı gibi cinsiyet gelişimini etkileyen genetik bozukluğa sahip genç kadınları belirleme amacıyla uygulanıyordu.

Şimdilerde cinsiyet gelişim bozuklukları olarak adlandırılan şeyin daha iyi anlaşılması 20 yılı bulacaktı. 1990’da Monako’da Uluslararası Amatör Atletizm Federasyonu tarafından düzenlenen bir çalıştayda sunulan öneriye göre, laboratuvar tabanlı cinsiyet belirleme testlerinin artık bırakılmalı, ve doping testleri doğrudan görsel gözlem altında alınan idrar örneği ile yapılmalıydı. Çalıştay katılımcılarının bir diğer önerisi, cinsiyet gelişim bozukluğu ile doğan ve kadın olarak yetiştirilen bireylerin, kromozomlarına bakılmaksızın kadın yarışmalarına katılmalarına izin verilmesiydi. Bununla birlikte 2000 Avusturalya Yaz Olimpiyatları’na kadar cinsiyet belirleme genine yönelik çok daha özgül / spesifik testler Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) tarafından devam ettirilmiştir.

Birçok kere revize edilmiş bu politikalar, kadın yarışlarında potansiyel olarak uygun olmayan bireylerin açık bir şekilde incelenmesi için hala onay vermektedir; öyle ki 2009 yılında Semenya’nın aniden ortaya çıkmasının ardından da öyle olmuştur. Bu olay sonraki dönemde medyada adeta sansasyon yaratmış, bunun üzerine IOC, 1990 Monako çalıştayına benzer ve konuyla ilgili uzman kişilerden oluşan ekiple toplantı düzenlemiş ve bunun üzerine de tahkim mahkemesi hiperandrojenizm politikasını askıya almıştır.

Sporda Başarı Pek Çok Faktöre Bağlıdır

Bunlar arasında en önemlilerden biri de genetik yatkınlıktır. Genetik biliminin ışığında konuşmak gerekirse boy uzunluğu, düşük vücut ağırlığı ve sporda avantaj sağlayan diğer faktörler Y kromozomundaki genler aracılığıyla kontrol edilir. Bu sebepler cinsel gelişim bozukluğuna sahip atletlerin toplumdaki diğer benzer bozukluğa sahip bireylere oranla daha fazla irdelenmesine sebep olmaktadır.

Sporda performansı artıran genetik bozukluklardan biri de eritropoietin reseptör genindeki mutasyondur. Bu mutasyon sonucunda kandaki oksijeni taşıyan birim olan hemoglobin seviyesi yükselir. Hemoglobinin miktarının artmasıyla birlikte kanın oksijen taşıma kapasitesi artar, dokulara daha fazla oksijen gider. Böylece kaslar daha geç yorulur, sporcuya ekstra dayanıklılık sağlar. Aynı zamanda, testosteron seviyesinin yükselmesine sebep olan konjenital (doğuştan gelen) hastalıklarda benzer etkiye sahiptir. Yarışmalara katılan Transgender (cinsiyet kimliği ile atanmış olan cinsinin uyumlu olmaması = trans birey) atletlerin sayılarının artması biyolojik farklılıklar ile performans artırıcı maddelerin kullanımını ayırt etmeyi zorlaştırır. Ancak bu durum performans artırıcı madde kullanımının yanında yüksek bir orana sahip değildir.

Sporda cinsiyetler arasındaki performans farkı yüzde 10 ile 12 arasındadır. Bu sebeple pek çok olimpik oyunda yarışmalar cinsiyetlere göre ayrılmıştır. Ancak, az gelişmiş ülkelerden gelen bayan atletlerin biyolojik yapılarının ayrım yapılmadan medyada irdelenmesi hiperandrojenizm politikasının cinsiyet farklılıklarını belirlemede çok da geçerli olmadığını göstermiştir. Bu sebeple sporda yer alan tüm bireylerin başarıya neden olan faktörler hakkında bilgilendirilmesi gerekmektedir. Bu amaçla geçmiş yıllarda yayımlanan bir makalede cinsel gelişim bozukluğu ile doğan ve kız olarak yetiştirilen atletlerin bayanlar kategorisinde yarışması gerektiği önerilmiştir.