Kısa adıyla “otizm” olarak bilinen otizm spektrum bozukluğu tanısı konan kişilerde onkojenik (kanserle ilişkili olan veya kansere neden olabilen) mutasyon oranının çok daha yüksek olduğu saptanmıştır. Buna karşın çok sayıda çalışmada gösterilmiştir ki otizm tanılı hastalarda kanser görülme oranları belirgin olarak düşüktür. Bu nedenlerle kanser alanındaki genetik çalışmaların sonuçlarının otizm tedavisinde işe yarayabileceği düşünülmektedir.

Otizm spektrum bozukluğu (OSB), doğuştan gelen ya da yaşamın ilk yıllarında ortaya çıkan karmaşık bir nöro-gelişimsel hastalıktır. Bu rahatsızlığın, beynin yapısını ya da işleyişini etkileyen bazı sinir sistemi sorunlarından kaynaklandığı düşünülmektedir.

Genomik veri tabanı analizini kapsayan bir çalışmada araştırmacılar otistik kişilerde kanser gelişimiyle ilişkili genlerde DNA mutasyon oranının önemli derecede yüksek oranda olduğunu saptamıştır.

Ancak 12,000’den fazla hastada yapılan bir çalışma OSB olan özellikle yaşı daha genç kişilerde kanser gelişiminin 90% daha az olduğu görülmüştür. Bu etki kadınlarda daha belirgindir.

Mutasyonların (gen hasarları) kanser riski üzerindeki etkisini tam olarak bilinmemektedir. Ancak bu araştırma ile birlikte hedefe yönelik kanser tedavileri için geliştirilmiş ilaçların otizm gibi nörolojik rahatsızlıklarda kullanılması veya bu amaca uygun hale getirilmesi fikri oldukça umut vaat etmektedir.

Öncelikle çeşitli veri tabanlarından bir dizi onkogen (tümörle ilişkili gen) ve tümör baskılayıcı gen seçilerek OSB, zihinsel bozukluk, epilepsi, iskelet displazisi, dilate kardiyomiyopati, retinis pigmentoza, nonsendromik işitme kaybı gibi durumlar için olan genlerle birlikte incelenmiştir.

Sonrasında ise OSB görülen hastalardaki genlerde meydana gelen nadir tek nükleotid değişiklikleri karşılaştırılmıştır. Böylelikle, genler arasındaki nükleotid değişimlerine bakılarak hastalıklardaki rolleri incelenecektir.

Sonuçlar kontrol grubundaki kişilerle karşılaştırıldığında, OSB olan kişilerin tümör baskılayıcı genlerinde nadir nükleotid değişkenlerinin sayısında önemli bir artış gözlenmemiştir. Bu verinin aksine kontrol grubuyla karşılaştırıldığında OSB olan kişilerin onkogenlerinde nadir nükleotid değişkenlerinin sayısında oldukça önemli bir artış olduğu görülmüştür.

Bunun yanında OSB olan kişilerle kontrol grubundaki kişiler arasında iskelet displazisi, dilate kardiyomiyopati, retinis pigmentoza, nonsendromik işitme kaybı için olan genlerin nadir nükleotid değişken sayılarında önemli bir fark görülmemiştir.

Ardından araştırmacılar 1837 otistik ve 9336 kontrol hastalarında neoplazma(kanser) oranlarını incelemiştir. Bu çalışma kontrol hastalarına nazaran otistik hastalarda kanserin daha nadir geliştiğini göstermiştir. Kontrol grubundaki kişilerde kanser oranı yüzde 3.9 iken, otistik kişilerde oran yüzde 1.3’dür. Araştırmadan çıkan en ilginç sonuç ise 0-14 yaş arası genç otistik ve kontrol kişilerdeki kanser oranlarındaki farkın çok fazla olmasıdır. Otistik genç hastalarda oran yüzde 0.3 iken genç kontrol hastalarında yüzde 3.3’dür. Bunun yanı sıra yaş grupları arasında da karşılaştırma yapılmıştır. incelemeler 0-14 yaş arası otistik hastalarla kontrol hastaları arasındaki kanser oranını 0.06 olarak belirlerken, 15-29 yaşları arası hastalarda bu oranın 0.35’e, 30-54 yaşları arası 0.41’e, 55 yaş ve üzeri hastalarda 0.49’a yükseldiğini göstermiştir.

Araştırma aynı zamanda cinsiyete göre de genetik analiz içermektedir. Otistik bayanlarda erkeklere göre daha düşük kanser riski görülmektedir. Araştırmacılar 14 ve daha genç yaştaki kızlarda kanser riskindeki azalmanın daha fazla olduğunu (97%), en düşük azalmanın ise 55 yaş üstü erkeklerde olduğunu belirlemiştir (5%).

Otistik hastalarla kontrol hastaları arasında şeker hastalığı, tansiyon, atopik dermatit, reflü ve alerjik rinit gibi hastalıkların oranları incelenmiş ve herhangi bir fark olmadığı tespit edilmiştir.

Bu çalışmanın en ilgi çekici yönü, OSB olan kişilerde onkojenik DNA mutasyonunun fazla olması ve otizmli bireylerdeki kanser oranının düşük olmasıdır. Ancak sonuçların değerlendirilirken birkaç hususu göz önünde bulundurmamız gerekir. Bunlar çocuklardaki kanser oranın düşük olması ve çevresel faktörlerin kanser oluşumlarındaki etkisidir. Çevresel faktörler her zaman göz ardı edilse bile, genetik çalışmalarda göz önünde bulundurulması gereken bir konudur. Önemle vurgulamak gerekir ki, bu tip genetik çalışmalarda çevresel faktörlerinin etkisinin olduğu unutulmamalıdır. Bir başka deyişle, otizmli bireylerdeki kanser oranlarının düşük olması sadece genetik nedenlere bağlanmamalı ve bireyin yaşam tarzının da kanser oluşumunda etkisinin olduğu unutulmamalıdır.

En önemli sorulardan biri de otistik kişilerdeki düşük kanser riskinin yaş ilerledikçe neden azaldığı yönündedir. Kansere karşı koruyucu etkinin yaşla birlikte azalmasının sebebinin biyolojik olduğu ya da araştırmadaki hasta sayısının düşük olmasından kaynaklanabileceği belirtilmektedir.

Genlerdeki mutasyonların artması onkojenez (kanserleşme) için uygun bir ortam sağlar. Mutasyonların birikmesi sonucu hücrenin normal olarak bölünmesinden sorumlu genler fonksiyonlarını kaybeder ve hücre kontrolsüz olarak çoğalmaya başlar. Otizmli hastalarda bulunan mutasyon çeşitliliğinin genler üzerindeki etkisi net olarak belirlenememiştir. Ancak bu çalışma onkogenlerdeki fazla sayıda mutasyonun kansere karşı koruyucu etki sağlamasının altında yatan mekanizmanın bulunmasına yardımcı olacaktır.

Bu ve benzeri araştırmalar bize genlerin düşünülenden daha kompleks bir yapıda olduğunu göstermektedir. Kanser ve otizm ilişkisinde olduğu gibi, genlerdeki mutasyonların sıklığı ve ortaya çıkış zamanı bireyin içinde yaşadığı çevreninde etkisinin olduğuna dair ipuçları vermektedir. Aynı gende meydana gelen mutasyonların farklı hastalıkları farklı zamanlarda nasıl etkilediğine henüz net bir cevap verilememiştir. Bu soruların cevapları gen ve çevre ilişkisini inceleyen epigenetik biliminden gelecektir.