Kalın bağırsak (kolorektal) kanseri, 2015 yılı verilerine göre ülkemizde hem erkekler hem kadınlar arasında en sık rastlanan üçüncü kanser türü ve ikinci en sık kansere bağlı yaşam kaybı nedenidir.

Kolorektal kanser gelişiminde en sık anılan risk faktörleri yaş, aile öyküsü, iltihabi barsak hastalıkları ve genetik sendromlardır. Son yıllarda yapılan araştırmalar lifli besinler, sebze ve meyveyi az tüketmek, yağ oranı yüksek gıdalarla beslenmek, düşük fiziksel aktivite ve obezite gibi yaşam şekline bağlı faktörlerin de kolon kanseri için risk teşkil ettiğini göstermiştir. Yine alkol ve tütün kullanımı da kolorektal kanserler ile ilişkili bulunmuştur. Bunlar artık hemen herkesin kulağına çalınan bilgilerdir, peki bundan sonra ne yapmak gerekir?

Kolorektal Kanserle İlgili Olarak Yaşam Şekline Bağlı Etken Faktörler ve Beslenme Üzerine Hekimler Nasıl Danışmanlık Etmelidir?

Şimdilerde yapılan araştırmalar kolon kanseri tanısı konmuş ve iyileşmiş hastaların fiziksel aktivite durumlarının hastalık sonuçlarını nasıl etkilediğini ortaya koymaya çalışmaktadır ve devam eden çalışmalar bu konunun daha iyi araştırılması için yapılmaktadır. Batı tarzı beslenme ve yüksek karbonhidrat tüketimi gibi beslenme şekillerinin tedavi sonrası iyileşmiş hastalarda kanserin tekrarlama riskini artırdığına dair çalışmalar mevcuttur. Ayrıca yapılan bazı çalışmalar aspirin ve COX-2 inhibitörlerinin kolorektal kanser tekrarlama riskini azalttığını göstermektedir.

Yaşam tarzına bağlı bazı faktörler kolorektal kanser sonuçlarında rol oynamaktadır. Örneğin, vücut kitle indeksinin 35 kg/m2’den fazla olmasının kolon kanseri hastalarında kanserin tekrarlama riskini ve başka primer kanser türünün oluşma riskini artırdığı görülmüştür.

Aynı şekilde hastalık tekrarlama ve yaşam kaybı (mortalite) riskindeki artış, batı tarzı beslenme olan işlenmiş gıdalar, yağ ve kırmızı etin fazla tüketilmesi ile ilişkilendirilmiştir.

III. evre kolon kanseri olup, tedavi gören ve iyileşen kişilerle yapılan bir çalışma, haftada 6 saat ve daha fazla egzersiz yapılmasının kanserin tekrarlama riskini azalttığını ve yaşam süresini uzattığını göstermiştir.

Hastalarla görüşen uzmanlar yaşam şeklini değiştirmenin zor olabileceğini, bu bağlamda beslenme uzmanları, fizyoterapistler, egzersiz hocaları ve sağlıklı yaşam uzmanlarının yardımcı olabileceğini dile getirmiştir. Göz önünde tutulması gereken önemli nokta, beslenme ve yaşam şekli ile kolon kanseri tedavisi sonrası iyileşen kişilerde başka sağlık problemi riskinin azaltılmasına yardımcı olabileceği yönündedir.

Örneğin Avrupa’da 500 000’den fazla katılımcı ile yapılan kanser ve beslenme odaklı bir çalışma, lifli besinleri iki katı fazla tüketmenin kolorektal kanser riskini 40% oranında düşürebileceğini göstermiştir. Gelişmiş ülkelerde pişirme veya saklama işlemine maruz bırakılmış kırmızı et tüketiminin daha fazla olduğu görülmektedir.

Yapılan araştırmalar kırmızı et ve işlenmiş et ürünlerinin kolorektal kanser riskinin artırdığını göstermiştir. Elde edilen veriler doğrultusunda uzmanlar, kolorektal kanserden korunmada kırmızı et ve işlenmiş et ürünleri tüketiminin sınırlandırılmasını tavsiye etmektedir.

Bunun yanında, kolorektal kanser riski ve fiziksel aktivite arasındaki ilişkiyi araştıran 52 çalışma, yetersiz egzersizle kanser arasında bağlantı olduğunu göstermektedir. Egzersizle birlikte gelen bu mekanizma yağ dokusu ve vücut kitle indeksinde azalma, iltihaplanma ve insülin seviyesinde düşüş ve insülin duyarlılığında artışla ilişkidir. Bu bağlamda uzmanlar haftada 75 dakika hızlı ya da 150 dakika orta hızda egzersiz önermektedir. Ayrıca hareketsiz yaşam şeklinin (TV ve bilgisayar önünde geçirilen zaman gibi) sınırlandırılmasını tavsiye etmektedir.

Kolorektal kanser riskinde kilonun etkisini irdelemek adına 7 milyondan fazla katılımcıyla 56 araştırma yürütülmüştür. Uzmanlar vücut kitle indeksindeki her 5 kg/m2 artışın kolorektal kanser riskini 18% oranında artırdığını gözlemiştir. Bu ilişki rektal kanserden çok kolon kanserinde ve özellikle erkeklerde görülmüştür.

Beslenme ve yaşam şekli tıbbi bir meseleden çok kültürel bir meseledir. Hekimler tabii ki önerilerde bulunabilirler ve bulunmalıdırlar. İnsanlar sağlıklı yaşamanın nasıl olduğunu öğrenmeli ve desteklemelidir. Ancak dünya geneline bakıldığında, sağlıklı yaşam şeklini destekleyen insanların bunu hekimlerine danışarak değil kültür normları olduğu için tercih ettikleri görülmektedir. Bu nedenle hekimlerimizi bu konuda eğitmemiz önemlidir. Böylece bu çabaya daha etkin bir katkıda bulunmamız mümkün olabilir.