Uzun süredir gen-beslenme ilişkisi revaçta bir konu. Besinler, sindirim sürecinin en son aşaması olan hücreye girişten sonra bile pek çok işleme tabi tutulur ve genlerin bunda payı büyüktür! Genlerin besinleri etkilemesi gibi besinler de genleri etkiliyor olabilir mi?

Bu soru epigenetik ve nutrigenomik kavramlarını akıllara getirmektedir.

Epigenetik, DNA dizimizde bir değişiklik olmadan gen ifadesinin değişmesini incelemektedir. Besinlerin bu bağlamda epigenetik faktörler olarak rol aldığı düşünülmektedir.

Nutrigenomik ise, genetik yapımızın diyetimiz ile ilişkisini ele almaktadır. Vücudumuzun hangi besine ihtiyacı olduğunu, aynı besinin farklı kişileri nasıl farklı etkileyebildiğini daha iyi anlamak için genetik yapımızın aydınlatılması gerektiği düşünülmektedir.

Düşünelim, hepimiz şu tarz durumla karşılaşmışızdır: Spor salonuna 2 hafta gidip 5 kilo verenler kişiler de vardır, aylarca spor salonlarında dirsek çürütüp üstüne sıkı bir diyetle bile istediği sonucu alamayanlar da. Belki de vücudumuz için doğru olanı yapmıyoruz?

DNA tabanlı diyetler, hepimiz eşsiziz!

Nutrigenomik alanında yapılan çalışmalar göstermiştir ki genetik yapımıza bağlı olarak, besinleri farklı şekilde kullanmaktayız.

DNA tabanlı diyetler ile kişiye özgü en uygun beslenme tavsiyeleri oluşturulma yolunda ciddi adımlar atılmıştır. Bu tarz diyetleri özellikle profesyonel sporcular tercih etmektedir. Sağlık danışmanlarının eşliğinde, genetik farklılıklar ve özel durumlar yorumlanabilir ve test sonuçları doğrultusunda beslenme önerilerinde bulunulabilir.

Nutrigenomik çalışmalardan örnekler

Polimorfizm bir genin farklı çeşitleridir. Bir gende veya birden fazla gende aynı anda olabilir. Gen polimorfizmleri (varyantları) belirli şartlarda ortaya çıkarsa birçok hastalığa neden olabilir. Bunun dışında bazı gıdaların vücudumuzda farklı etkileri olması veya bazı kişilere ilaçların fazla yan etki yapması da gen polimorfizmleri ile ilişkilidir.

Bu konudaki ilk örneğimiz aynı ölçüde besin tükettiği halde farklı hızlarda kilo alanlar hakkında. “Su içsem dahi kilo alıyorum” sözü abartılı olabilir, ama bilimsel bir temeli de var. FTO geninin obezite ile ilişkisi vardır. Yapılan araştırmalarda FTO geninde AA varyantına sahip olan bireylerin yüksek yağ ve düşük karbonhidrat aldıklarında, TT fenotipine sahip olan bireylere göre daha fazla kilo aldıkları saptanmış.

Kafein tüketiminin de CYP1A2 geni ile ilişkisi vardır. Bu genin çeşitli varyantları vardır. GA ve AA varyantına sahip bireyler kafeini tolere etmekte zorlanırlar. Bu kişiler günde en fazla 200 mg kafein tüketmelidir. Fakat GG varyantına sahip bireylerde risk normal düzeylerdedir. Bu kişiler günde 400 mg’a kadar kafein tüketebilirler.

Bir başka örnek ise MTHFR genindeki C677T polimorfizmli bireylerde kalın bağırsak kanseri görülme riskinin artışı hakkında. Bu bireylerde folat alımının azalması ve az bile olsa alkol tüketimi durumunda kalın bağırsak kanseri riski belirgin bir şekilde artmaktadır. Asetilaz enzimini kodlayan gende polimorfizm taşıyan bireyler yüksek ısıda pişmiş kırmızı eti yoğun bir şekilde tüketirse, genin aktivitesi artar bağırsak kanserini tetikler. Bu da genin tek başına söz sahibi olmadığını, çevresel faktörlerin ve diyetin genlerin işleyişini etkilediğini göstermiştir.

Hal böyle olunca nutrigenomik testler büyük popülerlik kazandı ve birçok merkez bu testleri mevcut potansiyelinin üstünde pazarlamaya başladı. Bu testlerde vücudumuz için uygun besinleri bulabilmek için basit bir tükürük örneği kullanılarak DNA analizi yapılmaktadır. Sonraki yazımızda nutrigenomik testlerin ne olduğunu, gerçek potansiyelini ve ne kadar faydalanabileceğimizi sizlerle paylaşacağız.