Kanser hastalığı konusunda uluslararası güncel bilgiye hastaların doğrudan ulaşmalarını amaçlayan “Meme Kanserli Hasta Kongresi”, 28-29 Haziran tarihlerinde Antalya’da gerçekleştirildi.

“Meme Kanserli Hasta Kongresi”nde değerli uzman doktorlarımız tarafından sunulan bilgileri içeren haberler, web sitemizde 5 bölüm olarak yayınlanacaktır. Web sitemizin “kanser haberleri” bölümünden yazılarımızı takip edebilirsiniz.

Şimdi gelin meme kanserine karşı toplum bilincini arttırmak için düzenlenen bu çok değerli kongrenin yazı dizisinde ikinci güne damga vuran diğer noktalar neler birlikte göz atalım..

İstanbul Üniversitesi, Medikal Onkoloji Bölümünden Prof. Dr. Pınar Saip’in moderatörlüğünü yaptığı 4’üncü ve son panelin konusu; meme kanserli hastalarda beslenme, cinsel sorunlar, tamamlayıcı ve alternatif tedavilerdi.

Son panelin ilk konuşmacısı olarak kanserde sağlıklı beslenme ve egzersiz konusunda aydınlatıcı bilgiler veren Hacettepe Üniversitesi Prevantif Onkoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. İsmail Çelik, “aşırı kilolu olmak, alkol ve sigara kullanmak, enfeksiyon ve zararlı UV ışınları kansere yol açan faktörlerdir” diyerek konuşmasına başladı.

Prof. Dr. Çelik, beslenme ve kanser ilişkisini 25 yıl gibi bir süredir araştıran bilim adamlarının 500.000’e yakın araştırma yaparak bazı sonuçları elde ettiğini vurguladı ve bu bilimsel sonuçlara dayalı kanserojen olan ve olmayan gıdalarla ilgili katılımcıları bilgilendirdi.

Kırmızı etin tartışmasız kanser yaptığını söyleyen Prof. Dr. Çelik, “eti hiç mi yemeyelim diye sormayın. Biz toplum olarak sabah sucuk yiyen, akşam da mangal yapan bir toplum olduğumuz için belli bir miktarda ve sağlıklı pişirme yöntemleri ile eti tüketmemiz gerektiğini aklımızın bir köşesinde bulunduralım” dedi. Yağ kanser yapıyor diye devam eden Prof. Dr. Çelik, “tüm bu sıralamayı hızlı geçiyorum. Çünkü detayların bir önemi yok” diye konuştu.

“Türkiye’de küf mantarında kontaminasyona bağlı aflatoksin yoksa ve sağlam bir gıda yiyorsanız kanserden kurtuluyorsunuz. Ayrıca, tahıllı ürünlerde içinde lif olanları tercih etmelisiniz” dedi. Bunun yanında, şeker ve tuzun da kanser yaptığını ve insan sağlığına faydası olmadığını dile getiren Prof. Dr. Çelik, “sebze ve meyvelerin hepsi renk, çeşit fark etmeksizin kanserden koruyor” diye ekledi.

“Pet şişede olursa kanser yapıyor, cam şişe daha sağlıklı söylemleri bir tarafa, suyun içinde eğer arsenik varsa kanser yapıyor” diyen Prof. Dr. Çelik, Amerika, Belçika gibi bazı ülkelerin içme suyunda arsenik olduğunu söyledi ve” Türkiye’deki içme suyunda inşallah arsenik yok” diye konuştu.

Tüm bunlara ek olarak, alkolün tartışmasız kanser yaptığını söyleyen Prof. Dr. Çelik, doğal olduğu sürece vitamin, mineral ve likopenin kansere yol açmadığını söyledi. Nitritin salam, sosis gibi işlenmiş et ürünlerinde kullanıldığını ifade eden Prof. Dr. Çelik, “çok şart değilse bu tür gıdaları tüketmeyin” diye konuştu.

Mangal kanser yapar diyerek konuşmasına devam eden Prof. Dr. Çelik, “et ve yağ kanser yapar demiştim. Mangal yağsız olmayacağına göre; yağı mangala damlattığınızda polisiklik aromatik hidrokarbona dönüşüyor. Oda yetmiyor, alttan gelen kömür tozu ete yapışıyor. Bundan daha güzel kanserojen bir madde yok” dedi.

Prof. Dr. Çelik, tek ve geçerli beslenme önerisinin: Günde en az 1 porsiyon meyve ve sebze yemek, yağdan düşük ve liften zengin beslenmek, haftada en fazla 1 kez et yemek olduğunu söyledi.

Amerika’da yapılan bir çalışmada her yıl 120.000 kişinin sadece şişman olduğu için kansere yakalandığını vurgulayan Prof. Dr. Çelik, haftada 5 gün 30 dk. egzersiz yapmanın ve ideal kiloda kalmanın önemine değindi.

Prof. Dr. Çelik, televizyonda beslenme konusunda nereden geldiği belli olmayan ve bilimsel verilere dayanmayan birçok bilginin aktarılarak halkın yanlış yönlendirildiğini söyledi. Basın ve yayın organlarında yayınlanan kanser haberlerinin analizini yaptıklarını dile getiren Prof. Dr. Çelik, 235 kanser haberinin sadece 8 tanesinin doğru çıktığını ifade etti. İnternete girildiğinde bir sürü herbalist ya da sözde herbalist olduğunu söyleyerek hiçbir bitkinin tek başına kanseri tedavi etmediğini, hatta doktor kontrolünde kullanılmayan bazı bitkilerin tedavi gören hastalarda ilaçlarla etkileşime geçerek olumsuz etkilerinin olduğunu vurguladı.

“Kanser çok akıllı bir hücredir hatta öyle akıllıdır ki ölümsüzlüğü keşfetmiştir”

Merdiven altı ürünlerin insan sağlığına zararı olduğunun kanıtlandığını, bitkisel zayıflama ürünlerinin de ölümlere yol açtığının görüldüğünü söyleyen Prof. Dr. Çelik, konuyla ilgili çeşitli örnekler vererek durumun ciddiyetini anlattı.

Alınan bitkisel ürünlerin ilaç görünümlü gıda katkı maddesi olduğunu bilmeleri gerektiğini söyleyen Prof. Dr. Çelik, bu tür bitkisel ürünleri satan firmaların ticari çıkarları doğrultusunda yüklü miktarda para kazandıklarına değindi. Kanser olan hastaların kaygı, endişe, ölüm korkusu, belirsizlik gibi duygularını kullandıklarını söyleyen Prof. Dr. Çelik, doktorun kanserli hastaya tedavi, kurtulma, şifa, mutluluk, hayata tutunma ve hayata yeniden başlama gibi olumlu duyguları aktardıklarının altını çizdi. Prof. Dr. Çelik, “mutluluğun ve umudun resmini yapandır hayata gülen ve alternatif tıpla uğraşanlar bunun anlamını hiç bilmez” diyerek konuşmasını sonlandırdı.

“Al bu kökü ye”

İstanbul Üniversitesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Prof. Dr. Cihan Aksoy, meme kanserinde kanıta dayalı yaşam kalitesi hedefli tamamlayıcı ve alternatif tedaviler konusunda katılımcıları aydınlattı.

Prof. Dr. Aksoy, “insanlara korkutarak ve yasaklayarak bir şeyler vermek istemiyorum. Çünkü yasakların ve korkunun stresle birlikte vücutta yıkıma neden olduğunu ve büyük hastalıklara yol açtığını biliyorum” diyerek sözlerine başladı. Yarını şekillendirmek için geçmişi iyi analiz etmek ve bugünü iyi anlamak gerektiğini söyleyen Prof. Dr. Aksoy, iyi bir şey yapmak isterken hastaya zarar vermemek gerektiğini vurguladı ve “Al bu kökü ye” diye başlayan tedavilerin günümüzde tekrar aynı şekle dönüştüğünü anlattı.

İnançlı olan kişinin hastalığı ne kadar ağır olursa olsun yenebileceğini söyleyen Prof. Dr. Aksoy, kanser tedavisinde kullanılan ilaçların birçok araştırma ile birçok açıdan fayda ve zarar ölçümlerinin yapılarak geliştirildiğini ve bu ölçümlerin uzun yıllar aldığını dile getirdi. Prof. Dr. Aksoy, bir yandan insan sağlığına faydalı olduğu söylenen çeşitli ürünler çıktığını söyleyerek bu ürünlerin bilimsel verilerle desteklenmesi gerektiğinin altını çizdi.

Kanıta dayalı tıbbın, onlarca hatta yüzlerce çalışma sonrası ortaya çıkan verilerle kanıt elde edildiğini söyleyen Prof. Dr. Aksoy, “tamamlayıcı tıbbın çok fazla kanıta dayalı olma özelliği yoktur. Çünkü bireye özgüdür. Kanıta dayalı olmaması, doktorların tamamlayıcı tıptan uzak durmasına neden olmaktadır. Doğru olabilecek tamamlayıcı bir ürünü kanıta dayalı olmadığı için vermekten çekiniyoruz” dedi.

Prof. Dr. Aksoy, “insanı iyileştiren bilimin adı tıptır. Tıp iyileştirense, tıbbın alternatifi kötüleştirendir” diyerek alternatif tıbba gerçekçi bir yorum getirdi. Tamamlayıcı tedavinin ise, uygulanan ilaç tedavisini desteklemek amacıyla verildiğini söyledi. 19’uncu yüzyılda modern tıbbın getirdiklerinin bir tarafa atıldığı ve aşağılandığını söyleyen Prof. Dr. Aksoy, 20’inci yüzyıldan sonra bunca yıllık bilimin belki yararı oluyordur düşüncesinin yer almaya başladığını belirtti.

Prof. Dr. Aksoy, bilimsel tıbbi tedaviden tatmin olmayan kişilerin, alternatif tıpta daha çok seçim hakkı olduğunu ve kişinin inancına, dünya görüşüne ve hastalık-sağlık kavramlarına daha uyumlu olduğunu düşünmelerinin alternatif tıp yöntemini seçmede etken rol oynadığını vurguladı.

Hastaların alternatif tedavilerden kaçınmaları, doktorlarında hastalarını bu tür tedavilerden korumaları en önemli görevleridir. Akupunktur gibi bir tedaviyi bir takım ilaç tedavileri ile birlikte kullanırsanız o zaman bu tamamlayıcı tıp olur” diyerek modern tıbbın öneminin ve birlikte doktor kontrolünde uygulandığında fayda sağlayabileceğinin altını çizdi. Geleneksel tedavinin tamamlayıcı tedaviyle karıştırıldığını söyleyen Prof. Dr. Aksoy, otları kaynatarak ilaç yapma yöntemlerini kullanan bazı gelişmekte olan ülkeler olduğunu söyledi ve tıbbi tedaviyi destekleyici tamamlayıcı tedaviyi gelişmiş ülkelerin uyguladığına dikkatleri çekti.

Renkli konuşmasına devam eden Prof. Dr. Aksoy, egzersizin önemine değişik bir yolla değinerek salondaki tüm misafirleri ayağa kaldırdı ve 1-2 dk.’lığına egzersiz yaptırdı. Hangi ilaç tedavileri ile etkileşime gireceğini bilebilirsek, akupunktur ve bazı özgün bitkisel tedavilerin tıbbi tedavilere destek olabileceğini söyledi. Ayurveda gibi meditasyon yöntemlerinin ve biyoenerjinin ret edilmemesi gerektiğini savunan Prof. Dr. Aksoy, ilaç tedavilerine destek olabilecek tedaviler arasında bu yöntemlerinde olduğunu anlattı. Önemli olan doktorumuzun bilgisi dahilinde kendimize uygun tedavileri bulmamızdır” diye vurguladı.

“Kocanın duygusal desteği kadının cinsel hayatını sürdürmesinde en önemli faktör”

Son panelin üçüncü konuşmacısı Memorial Şişli Hastanesinden Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Dilek Erdoğru, meme kanserinde cinsel sorunlar ve baş etme yöntemleri konusunda bilgi verdi.

Op. Dr. Erdoğru, her insanın sağlıklı cinsel yaşam hakkı olduğunu söyledi. Meme kanseri öncesi cinsel sorunları olan veya erken menopoza giren hastalarda cinsel sorunların daha sık görüldüğünü ifade etti. Op. Dr. Erdoğru, genç ve kanseri tekrarlamış olan meme kanseri hastalarda cinsel sorun riskinin daha yüksek olduğunu belirtti. Kadınların imaj belleklerinin daha olumsuz olduğunu söyleyen Op. Dr. Erdoğru, kendilerine karşı daha olumlu yaklaşmaları gerektiğini dile getirdi. Kadındaki kaygı ve endişenin, vücudundaki değişikliklerin erkekteki cinsel yaklaşımı olumsuz yönde etkilediğini, bununda eşler arasında cinsel sorunlara yol açtığını belirtti.

Kocanın duygusal desteğinin kadının cinsel hayatını sürdürmesinde en önemli faktör olduğuna değinen Op. Dr. Erdoğru, tedavi gördüğü sağlık merkezinde cinsel sorunlarla ilgili kadın hastalara destek verilmesi gerektiğini vurguladı.

Kanser tedavilerinin kadınların cinsel hayatına olan olumsuz etkilerini anlatarak cinsel isteksizlik, vajinal kuruluk, ağrı gibi şikayetlerle kadınların sık karşılaştığını belirtti. Kanser tedavi sonrası hastaların % 50’sinin cinsel zorluk çekmeye devam ettiğini anlatan Op. Dr. Erdoğru, bu hastaların tedavi sonrası sağlıklı bir cinsel yaşam sürdürmesi için tedavi edilmesi gerektiğini söyledi.

Erken yaşta meme kanseri olan hastaların östrojen salgılamasını engellemek için menopoza sokulduğuna değinen Op. Dr. Erdoğru, metabolizması azalan, kas, kemik ve kalp sisteminde etkiler oluşan bu hastalara yönelik bir tedavi protokolü olmadığını belirtti ve kas ve kemik sistemini güçlendirici egzersizlerin faydalı olacağını söyledi. Ayrıca, sağlıklı beslenme ve sigarayı bırakmaları gerektiğini ifade eden Op. Dr. Erdoğru, düzenli cinsel aktivite ve psikolojik desteğin önemli olduğunu vurguladı.

“Artık lenfödemden korunmak mümkün”

Kongrenin sonunda meme kanseri tedavisinde gelişen en önemli sorunlardan biri olan lenfödemle ilgili başarılı bir çalışma yaparak öncesinde sorunu çözmeyi başaran Pittsburg Üniversitesinden Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Atilla Soran, bu sorundan kurtulmak için uygulanan tarama ve korunma yöntemleri hakkında bilgi verdi.

Kanser teşhisi koyulduğundan itibaren doğrudan hastalığa odaklanıldığını söyleyen Prof. Dr. Soran, kanserden kurtulmak isterken lenfödemin öncelikli bir sıraya koyulmadığını söyledi ve sonrada ekledi: “Meme kanseri tedavisinden 3-6 ay sonra hastanın kolu ya da bacağı şişiyor ya da koluna çorap takılıyor.”

Aslında lenfödemin meme kanseri tedavisi sonrası karşılaşılan en büyük sorun olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Atilla Soran, bu sorunun hastanın tüm yaşamını etkilediğini belirtti. Vücudumuzda 3 tane sistem olduğunu söyleyerek bu sistemleri oksijen taşıyan atardamar, kirli kanı taşıyan toplardamar ve lenf sistemi olarak sıraladı. Atardamar ve toplardamarların doğru çalışmamasından kaynaklı sağlık sorunları iyi bilinirken lenfatik sistemin nasıl çalıştığından pek bahsedilmediğini söyleyen Prof. Dr. Soran, lenfatik sistemin doğru çalışmadığında travmalara yol açtığını belirtti. Prof. Dr. Soran, “ lenfödem meme cerrahisi, radyoterapi, tümörün tek başına kendi baskısı veya yaralanma, kaza, enfeksiyon gibi durumlarda lenf nodunun tutulması sonucu lenfatik akımın ilerleyememesi sonucu oluşur. Meme kanseri hastalarının sürekli takibi yapılamadığı için lenfödemin ne sıklıkta görüldüğü bilinmemesine rağmen genelleme yapılarak bir oran belirlenebilir” dedi.

Prof. Dr. Soran, “koltukaltı lenf bezleriniz alındıysa %25-35 arasında her 3 hastadan biri lenfödem olacaktır. Buna, radyoterapiyi de eklerseniz bu oran %35-40’lara çıkacaktır. Çok uzun takip ederseniz bu oran %40’larında üzerine çıkabilir” dedi. Lenfödemin ilk 3 yıl içerisinde %75 açığa çıktığını belirterek 35 yıl sonra dahi lenfödemle karşılaşan hastası olduğunu söyledi.

Prof. Dr. Soran, “ideali 25 ancak vücut kitle indeksinizi 30’un altına çekerseniz hem kanserin tekrarlama riskini hem de lenfödem olma riskini azaltıyorsunuz. Egzersiz de lenfödem riskini azaltan bir başka faktör” dedi. İşi nedeniyle kolun yoğun kullanılması, radyoterapi, koltukaltı lenf nodunun çıkarılması ve genetik yatkınlık gibi bazı faktörlerin lenfödem riskini arttırdığını belirten Prof. Dr. Soran, çalışma arkadaşları ile lenfödemde genetik yatkınlık konusunda araştırmalarını sürdürdüklerini de sözlerine ekledi.

Tıpkı meme kanserinde olduğu gibi lenfödemin de evreleri olduğunu söyleyen Prof. Dr. Soran, “evre 0 özel bir alet yardımıyla lenfödem açığa çıkmadan yakalanarak tedavi edilebilir. Kolunuzda şişlik başladığında bastırınca çukurlar oluşuyorsa, ancak kolu kaldırınca ya da yataktan kalktığınızda lenfödem yani şişlik yoksa ve akşam şişlik daha fazla oluyorsa buna akut faz denir. Burada da tedavi çok önemlidir. Ancak, evre II’de artık bastırdığınızda şişliğin üzerinde bir çöküntü olmaz, sabah akşam şişlik devam eder. Evre III’de, şişlik kocaman, kolunuz iki kol gibidir. Ağrı yapar ve sıkıntı verir. Bunlar ciddi olan lenfödem evreleridir” diye açıkladı.

“Cerrahi yapılmadan hatta öncesinde kemoterapi verilmeden kol ölçülerek lenfödemden korunabilirsiniz”

Amaçlarının daha klinik aşama açığa çıkmadan ve belirti vermeden lenfödemin yakalanıp tedavi edilmesi olduğunu söyleyen Prof. Dr. Soran, “bunun içinde meme kanseri teşhisi koyulan hastanın kolunun ölçülmesi yeterlidir” dedi ve ekledi: “Cerrahi yapılmadan hatta öncesinde kemoterapi verilmeden kolun ölçülmesi lazım.” Bu ölçümü 2010 yılında FDA onayı aldıkları L-Dex-U400 adlı bir aletle gerçekleştirdiklerini dile getiren Prof. Dr. Soran, kalp EKG’si çeker gibi elektrotları kollara ya da bacaklara koyduklarını ve çok düşük elektrik akımı vererek her iki kol ya da bacak arasındaki farkı ölçtüklerini söyledi. -10 ile 10 arasında çıkan sonucu normal kabul ettiklerini ve sonrasında tekrar ölçüm alarak sonuçları birbirleri ile karşılaştırdıklarını anlattı.

Lenfödem programını ilk olarak Amerika’da 2010 yılında oluşturduğunu söyleyen Prof. Dr. Soran, bu programın hem Amerika’da hem de dünyadaki ilk lenfödem programı olduğunu vurguladı. 2007 yılında lenfödem kliniğini kurduğunu söyleyen Prof. Dr. Soran, “kurduğumuz klinik, dünyadaki iki lenfödem kliniğinden biridir ve en gelişmişidir” diye ifade etti.

Cerrahi öncesi ölçüm yapılmasının yanında cerrahi sonrası ilk 6 ay içinde de ölçüm yapıldığını belirten Prof. Dr. Soran, ideali 10 yıl olsa da 5 yıl süreyle belli aralıklarla ölçüm yaparak lenfödemi %75 yakalayacaklarını söyledi. Lenfödem tedavi programında beslenme uzmanı, fizik tedavi uzmanı ile birlikte çalışıldığını söyleyen Prof. Dr. Soran, “beslenme uzmanı hastanın vücut kitle indeksini 25-30’lara düşürürken fizik tedavi uzmanı egzersiz çalışmalarına başlıyor. Hastadan ağırlık kaldırma hareketleri yapması isteniyor. Ağırlıkların azar azar hastanın kaldırabileceği ölçüde arttırılması sağlanıyor ve aşırı ağırlık taşınması önerilmiyor” dedi ve ekledi: “Yapılan araştırmalar bilinçli ağırlık kaldırmaların lenfödemi azalttığını göstermiştir.”

Hasta ve hasta yakınlarının lenfödem konusunda mutlaka eğitilmesi, olası risk faktörlerinin anlatılması gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Soran, “ben hastama ilk geldiğinde 45 dakika eğitim veriyorum. Hastamla sık aralıklarla buluşarak ölçümleri yapıyorum. Bir araya geldiğimizde beslenme uzmanı ve fizik tedavi uzmanı da bizimle birlikte oluyor” dedi.

Fizik tedavinin önemini belirten Prof. Dr. Soran, “gerek lenfödemden korunmak için gerekse lenfödemi olan hastalar için fizik tedaviye erken başlanmalıdır” dedi. Yapılan araştırmalarda erken lenfödem tedavisine başlandığında 1 yıl içinde 100 hastada sadece 7 hastada lenfödem görüldüğünü söyleyen Prof. Dr. Soran, lenfödem kontrolü yaptırmayan 100 hastanın 25’inde lenfödem görüldüğünün, bununda yaklaşık 3 katı fark oluşturduğunun altını çizdi.

Her panelin sonunda olduğu gibi soru cevap bölümüne geçildi. Katılımcılar, konuşmacılara yönelttikleri soruların tek tek yanıtlarını aldı. Dolu dolu geçen bu iki günlük kongrenin sonunda katılımcılar salondan ayrılırken akıllarına takılan tüm sorularına yanıt bulmuşlardı.

Böylesine önemli toplum bilincini arttırmaya yönelik bir başka sosyal sorumluluk projesinde daha buluşmak üzere..