Kansere Uyum Sağlamak ya da Sağlayamamak...
“Zamanın Durduğu An: Kanser Tanısı Almak” başlıklı bir önceki yazımızda, bir kişinin kanser tanısı aldığı andan itibaren, ne gibi duygusal ve düşünsel süreçlerden geçebileceğine değinmiş, bu süreçlerin hemen hepsinin “doğal ve beklendik” süreçler olduğunu vurgulamıştık. Bu dönemlerin, kişinin yaşamını önemli derecede bozmadığı ya da kendine zarar verecek, tedavisine engel olacak düzeye ulaşmadığı müddetçe, müdahale edilmeksizin, kendiliğinden çözülebildiğinden bahsetmiştik. Bugünkü yazımızda ise, hastalığa ve getirdiği yeni uyum sağlama sürecine ve uyum sağlanamadığı durumlarda gözlenebilecek ruhsal değişikliklere değineceğiz.
Uyum Süreci
Bu süreci kabaca, kanser hastalığını, yaşamınızdan “götürdükleri” ve çoğu keyifsiz ve sıkıntı verici olan yaşamımıza “getirdikleri” ile kabullenerek, yola devam edebilme süreci olarak tarif edebiliriz. Her kişi için farklı işleyen bu süreçte, tüm hastalarımıza uyan bir yolculuktan ya da yapılması gerekenler listesinden bahsetmek doğru olmaz. Çünkü biz biliyoruz ki, her hastamız hastalığa uyum sağlamanın, kendince bir yolunu bulacaktır. Ancak yine de hastalığa ve görece yeni yaşama uyum sağlamayı neler kolaylaştırabilir değinmek istiyoruz. Aşağıdaki öneriler, hem hastalarımız, hem de hasta yakınlarımız için geçerlidir.
1. Kanseriniz ve Tedavisi ile İlgili Doğru ve Güvenilir Bilgiyi Edinmek
Yeni olan herşey gibi, hastalığa da uyum sağlayabilmek için, önce ne ile karşı karşıya olduğumuzu bilmemiz gerekir. Bu süreçte, herkesin yaşına ve sosyo-kültürel düzeyine uygun bir şekilde doğru bilgiyi edinebilmesi elzemdir. Çünkü hastalığı ve tedavi sürecini anlamak, onun ve kısmen kontrolünüzden çıkmış gibi görünen hayatınızın üzerindeki kontrolünüzü arttıracaktır. Biliyoruz ki, tanı alındığı andan itibaren zihninize onlarca soru gelecek. İlk akla gelenlerden bazıları ise muhtemelen aşağıdakiler olacak.
- Ben ne kanseriyim?
- Kanser vücudumun neresinde?
- Tanıdan emin misiniz, başka testlere gerek var mı?
- Neden kanser oldum?
- Tedavisi var mı? Tedaviler kanseri kontrol etmeye mi, tedavi etmeye mi yarayacaklar?
- Ne çeşit tedaviler alacağım?
- Nasıl yan etkileri olabilir?
- Tedavi ne kadar sürecek?
- Hastaneye yatmam gerekir mi?
- Tedavi sırasında çalışabilecek miyim?
- Bana kim bakacak?
- Tedavi masraflarım ne kadar olacak?
- Bu hastalıktan dolayı ölecek miyim?
Öncelikle, bu sorularınıza en doğru cevapları hekiminiz ve tedavi ekibiniz verecektir. Muhtemelen tüm yazılarımızda tekrar tekrar vurgulayacağımız gibi, her bir hastamız biriciktir, dolayısıyla cevaplar da hastalarımıza özgü olacaktır. Bu dönemde, bir kişinin zihnindeki sorulara, internetten, kitaplardan ya da başından benzer durumlar geçmiş kişilerden öğrenme çabaları, yanlış bilgi edinmeleriyle sonuçlanabilir.
Bu noktada, önemle vurgulamak istediğim bir konu var. Eğer hastalarımız, kendileri, bu akıllarındaki soruların cevaplarını merak ediyor ve talep ediyorlar ise, güvendikleri, takibi altında oldukları hekimlerine sorularını yöneltmelidirler. Ancak hastalarımız, henüz inkar ya da yarı inkar aşamasında iken, henüz hiçbir bilgi talep etmemişken, yani bir önceki yazımızda bahsettiğimiz gibi, çatışmadan uzak, güvenli bölgede, başlarına geleni hazmetmeye çalışıyorlar iken, doktorlardan ya da hasta yakınlarından, ayrıntılı bir bilgilendirmeye maruz kalırlar ise, bu uyumu sağlamayı kolaylaştırmaz bilakis güçleştirir.
Bilgi aktarımında, hastalarımızın hızına ve ritmine göre hareket edilmelidir. Hastalar, ne vaktinden önce, gerçekçi olmak adına herşeyi anlamaları için çekiştirilmeli, ne de onları üzmemek, korumak adına, sorularını cevaplamaktan kaçınarak, merak ve çaresizlik içinde bırakılmalıdır. Her kişinin, kendisiyle ilgili bilgiye ulaşma aynı zamanda da ulaşmama hakkı vardır. Deneyimli hekimler ve tedavi ekipleri hastalarıyla bu dansı yapmada ustalaşmışlardır.
2. Duyguların İfade Edilmesine İzin Verilmelidir
Korku, üzüntü, endişe, kızgınlık, hayal kırıklığı...Hem hastalarımızın, hem hasta yakınlarımızın hissettiği, ancak her iki tarafın da karşısındakini üzmekten ya da sıkmaktan çekindiği için saklamaya çalıştığı duygular... Bir yol bulup ifade edilememesi halinde ise, hastalığa ve getirdiği yeni yaşama uyumu zorlaştıran önemli unsurlar. Sevdiğinizi gözünden yaşlar akarken görmek çok ama çok zor, fakat birlikte yaşanan kederin, birlikte yaşanan mutluluktan aslında pek de farkı yok...Acıyı paylaşmak demek, öncelikle onu yok saymamak, kabul etmek ve beraber üstesinden gelmeye çalışmak demektir.
Eminim bir çok hastamızın başından geçmiştir. İç sıkıntısı ve hüzünle dalıp gitmişken yakınları tarafından uyarılarak, “Bak ama üzülmek yok, üzülürsen, kederlenirsen hastalığın kötüye gider, güçlü ol, hepsi geçecek...” İnanın acıyı ve kederi gizlemeye çalışmak kişinin tüm enerjisini tüketebilir. Korku içinde olan ya da ağlayan yakınıza sarılıp, “Çok zor zamanlar, ben de en az senin kadar korkuyorum, bu süreci atlatmak için elimizden geleni birlikte yapacağız” demek, hatta birlikte ağlamak, size de daha rahatlatıcı gelmiyor mu? Siz hastamızın ya da yakınınızın yerinde olsaydınız, bu duygularınızın kabul görmesi, size de rahatlatmaz mıydı? Kısaca duygulara izin vermek, yas tutabilmek ve kaybettiğimiz şeylere rağmen yola devam edebilmek için gereklidir. Bu hastalığı kötüleştirmez tersine, anlaşıldığını hisseden kişinin, dayanma ve başetme gücünü arttırarak destek olur.
3. Değişen Yaşama Farkındalık
Gerek kanser, gerekse tedavileri nedeniyle çoğu zaman çeşitli bedensel değişiklikler yaşanmaktadır. Yüksek ihtimalle, keyifli belirtiler olmamasından dolayı da, olup biten her değişik hekim ile paylaşılır. Birlikte çareler bulunup yola devam edilmeye çalışılır. Peki ya yaşamınızın diğer tarafları, örneğin, sekteye uğrayan iş yaşamınız, maddi zorluklar, aile içinde değişen dengeler ve yarattığı sıkıntılar, ister istemez kısıtlanan sosyal yaşam... Yeni düzene uyum sağlayabilmek için önce değişimleri farketmemiz gerekir. Hepsini gidermek belki mümkün değil ama hayatınızda olup biten bu değişimleri farkedebilirseniz, yarattıkları sıkıntıları giderme şansınız olabilir. Kişisel olarak çözüm bulmakta zorlanıyor iseniz, psikiyatr ya da klinik psikolog desteği ile baş etmeniz kolaylaşabilir.
Farkındalığınızı arttırmak ve çözüme ulaşabilmek için not tutabilirsiniz. Bu günlük tutmak şeklinde olabileceği gibi, sadece zihninizde olup biteni berraklaştırmak için küçük notlar almak şeklinde de olabilir. Örneğin;
”Bugün her iki ayağımda ağrılar hissettim”: doktora ilet
”Son 3 gecedir iyi uyuyamıyorum, sabah erkenden de uyanıyorum”: doktora ilet
”Kemoterapi sonrası canım yemek istemiyor, ailem ise zorluyor”: ne yapmalı, diyetisyen birşey önerir mi?
“Oğlumun işini bölüp devamlı beni hastaneye taşımasını istemiyorum”: tedavi günüm değişebilirse, kardeşim beni hastaneye getirmeye yardımcı olabilir, doktor ile konuş...
”Boş zamanlarda çok düşünüyorum, evde yatarak zaman geçmiyor, meşguliyet lazım”; seramik ya da yağlı boya kursu?
Hayatınızda değişen şeyleri not ederseniz kendiniz, aileniz ya da tedavi ekibinizle çözüme yönelik adımlar atabilirsiniz.
4.Kontrol Edemeyeceklerinizden Ziyade Edebileceklerinize Odaklanın
Bu iddialı başlıkları atmanın kolay olduğunun farkındayım. “Gel de yap” diyor olabilirsiniz. Ben de zaten, bunu kabullenerek başlamak istiyorum... Baş etmeye çalışmak da ve başarmak da kolay değil. Ama denemek hiçbirşey yapmamaktan çok daha iyi! Dolayısıyla, başaramıyor olsanız da denemeye çalışın. Sıkıntılarınızı tümden yok edemeyebilirsiniz ama oldukça azaltmanız ve yaşam kalitenizi arttırmanız mümkün. Unutmayın bir sıfırdan büyüktür.
Bazı hastalarımız her gün için küçük bir hedefler listesi yapıyor. Bu onları hem daha aktif kılıyor, hem de günlerini birbirinden farklılaştırıyor. Örneğin; kuzeni ara, muhabbet et, cevizli keki kendin yap, torunla çizgi film izle...
Özellikle de bulantınız var ise ve yorgun hissediyorsanız düzenli, yeterli ve iyi beslenmenin zor olabileceğini öngörebiliyorum ancak sevdiğiniz, size keskin kokmayan, yiyeceklerden az ve düzenli aralıklarla yemeyi deneyebilirsiniz.
Yeterince dinlenmek aynı zamanda size yormayacak şekilde hafif egzersizler yapmak, örneğin kısa yürüyüşler ya da pilates gibi
Bazı hastalarımız tamamlayıcı teknik ve terapilerden çok fayda görmekte, kaygı ve sıkıntılarını çok daha iyi yönetebilmekte ve yaşam kaliteleri artırabilmekteler. Mindfullness, gevşeme ve nefes egzersizleri, yoga ve meditasyon bunlardan sadece bir kaçı
Sevdiklerinizle zaman geçirebilmek, sevdiğiniz bir müziği dinlemek, bir filmi izlemek, dua etmek, merak ettiğiniz bir kitabı okumak ya da çalışma hayatınızdan bir türlü zaman ayıramadığınız resim yapmak gibi, seramik gibi hobilerinizi hayata geçirmek, belki günde bir saat, ancak fark yaratacağına emin olun!
Zaman zaman yalnız ve çaresiz hissedebilirsiniz. Bu hastalığı yaşamamış bir kimse, sizi tam olarak nasıl anlayabilir, değil mi? Belki benzer sıkıntıları yaşayan kanser hastalarıyla destek gruplarında buluşmak, (psikoterapi ve uğraş terapi grupları) yalnızlık ve yalıtılmışlık hissine iyi gelebilir. Onların uyum sağlama yöntemleri size de destek sağlayabilir.
Bunlar sadece genel birkaç örnek. Yukarıda da belirttiğimiz gibi her kişi kendine has bir yol ile uyuma giden yolda yürür durur.
Ne Zaman Uyum Bozukluğu Yaşanır?
Bazen ne kadar çabalarsak çabalayalım, hayat bir şekilde rayına girmeyebilir. Bu noktada karşılaşılabilecek ruhsal sıkıntılardan bir tanesi Uyum Bozukluğu’dur.
Uyum Bozukluğu; ”Beklenmedik ve yıkıcı olarak algılanan bir olaydan sonra , 1 - 3 ay içinde ortaya çıkan duygusal ve davranışsal değişikler ve bu değişikliklerin yaşamdaki işlevselliği olumsuz etkilemesi” olarak tanımlanan bir ruhsal bozukluktur. Başka bir ifade ile, stresli bir duruma karşı verilen tepkilerde, normal tepki ile ruhsal hastalık (depresyon, kaygı bozukluğu, travma sonrası stres bozukluğu, karmaşık yas reaksiyonu) arasındaki geçiş dönemi olarak da nitelendirilebilir. Yapılan çalışmalar uyum bozukluğunun 10 hastadan 5-6'sında ortaya çıkarak, kanser hastalığında en sık görülen ruhsal bozukluk olduğunu ortaya koymuştur.
Kanser tanısı konulduktan sonraki süreçte, doğal yas kademeleriyle de içi içe yaşanıyor oluşu Uyum Bozukluğu tanısı koymayı güçleştirmektedir. Belirtiler çoğunlukla; çabuk duygulanma, kaygı, üzüntü ya da huzursuzluk halinin aşırı yaşantılanması, yalnızlık, yalıtılmışlık, çaresizlik, suçluluk ve bağımsızlığın yitirildiği, bakıma muhtaç olduğu hissi şeklinde olabilir. Yine özgüvenin ve umudun azalması, ölüm korkusu ve bununla ilişkili yalnız kalmak istememe de gözlemlenebilecek belirtiler arasındadır. Benzer şekilde, hem kanserde, hem de depresyonda gözlenen ancak bir hastalığa özel olmayan, uyku bozukluğu, iştah değişiklikleri, halsizlik, dikkat bozukluğu gibi belirtiler de eşlik edebilir. Bu belirtileri normal duygulanımlardan ayırmada en önemli belirteç, yaşananların kişinin günlük yaşamını etkiliyor oluşudur.
Kanser hastalığının ciddiyeti ve/veya süregen gidişi, kişinin biyolojik, psikolojik, sosyal ve varoluşsal başetme mekanizmalarını aştığında, uyum bozukluğu belirtileri daha şiddetli bir şekilde gözlenir. Bu dönemden sonra depresyon ve kaygı bozuklukları daha sık gözlenmeye başlar. Yapılan çalışmalar depresyonun kanser hastalarında, hasta olmayanlara göre 2-3 kat fazla olduğunu göstermiştir. Ancak depresyon ve kaygı bozukluklarına daha sonraki yazılarımızda ayrıntılarıyla değinilecektir.
Uyum Bozukluğunda Tedavi
Yukarıda sayılanlara benzer şikayetleri olan kanser hastalarımızın psikiyatri hekimi tarafından değerlendirilmesi gereklidir. Çünkü herhangi bir belirtinin, bir hastalık olup olmadığını değerlendirerek ayırd edebilecek ve tanı koyabilecek kurum hekimlik kurumudur. Psikiyatri hekimleri, ruhsal şikayetlerin neler olduğunu ve nerelerden köken aldığını ayırd etmeye çalışırlar. Ruhsal belirtiler, kanser hastalığının direct etkisiyle mi, verilen tedavilerin yan etkisi olarak mı, yoksa gerçekleşmiş ve gerçekleşmesi olası kayıpların yasının tutulamamasından, sosyal rollerdeki değişimden ya da maddi sıkıntılardan dolayı mı ortaya çıkmıştır? Bu ruhsal belirtiler hayatı ne düzeyde etkilemiştir. Tanı koyma sürecininin temeli olan bu basamakların değerlendirilmesi sonrası, var ise hastalığa ve tedavisine karar verilir.
Ne yazık ki ülkemizde, ruhsal sıkıntılar yaşamak, psikiyatri hekimince görülmek ruhsal destek almak halen mimlenmiş, kaçınılan durumlar arasında. Kişiler “ruh hastası” damgasından korktuklarından sıkıntılarını yetkin olmayan ellerde gidermeye çalışmaktalar. Belkide bu sebepledir ki, kimin ruh sağlığı hizmeti verebileceği ile ilgili kafalar da oldukça karışık. Tedaviden bahsetmeden önce kısaca belirtebilirim ki, size bir ilaç ya da terapi önerildiyse, orada bir tanı olmalıdır. Tanı var ise, orada hastalık olmalıdır ve bir hastalığı tanılama yetkinliği sadece hekimlerindir. Yani ruhsal sıkıntıları, hastalıkları ayırd ederek tanılama psikiyatri hekimlerinin işidir. Ancak tanılanmış bir durumu tedavi etmede, - ilaç tedavisi düzenlemek dışında - psikiyatri hekiminin yanı sıra, o alanda eğitimini tamamlamış, klinik psikologlar ve hemşireler de yetkindir. Ruhsal sıkıntılar yaşayan kanser hastalarımızın psikiyatri hekimi tarafından değerlendirilmesi, uyum bozukluğunun ya da ayırd edilmesi oldukça zor olan depresyonun, erken yakalanmasını ve daha ağır bozukluklara dönüşmeden giderilmesini sağlayabilir.
Uyum bozukluğunda tedavide birinci basamak, psikoterapilerdir. Kişinin ve ailesine, kanser süreci ve yaşanabilecek durumlar ile bunların yönetimi açısından psikoeğitimler verilebilmektedir. Hastanın problemlerinin tespit edebilmesi, başetme stratejilerinin güçlendirilmesi için bilişsel davranışçı psikoterapiler ve destekleyici psikoterapiler çoğu zaman ilk tercihtir. Tüm ailenin değişen düzenini rayına koyabilmek, aile bireylerinin ruhsal durumlarını tespit edebilmek, en uygun baş etme ve problem çözme yollarını keşfedebilmelerini sağlamak için aile terapileri, benzer sıkıntıları yaşayan kişiler ile buluşmak, duygu dışavurumunu sağlamak, baş etme yöntemlerini öğrenmek ve aidiyet hissini yaşayabilmek için grup psikoterapileri yürütülebilmektedir. Yine bu dönemde, yas sürecinin işlenmesi için yas terapileri, sorun tespiti ve çözümüne yönelik terapiler, mindfulness ve gevşeme egzersizleri gibi tekniklerden faydalanılır. Uyum bozukluğunda, uzun dönem ilaç tedavileri öncelikli tercih değildir.
Özetle
Kanser hastalığında yaşanılabilecek ruhsal değişikliklerin, şiddet ve süreleri kişiden kişiye değişmektedir. Yaşanması çok olağan duygular olabileceği gibi, şiddetli, uzun sureli ve kişinin yaşamını ve tedavi sürecini etkileyen durumlar da olabilir. Bunlardan bir tanesi bugün değindiğimiz, normal süreç ile hastalık arasındaki geçiş dönemi niteliğindeki “Uyum Bozukluğu”dur. Uyum bozukluğu illaki depresyona ilerleyecek diye bir kaide yoktur. Çoğu zaman belirtilerin kanser hastalığı belirtileri ile de karışmasından dolayı tanı konulamamakta, bu da hastalarımızın yaşam kalitesini olumsuz yönde etkilemektedir. Bu sıkıntıları yaşayan hastalarımızın, psikiyatri hekimlerince değerlendirilmeli ve ihtiyaç görülmesi halinde çeşitli terapilerle desteklenmeleri en uygun olacaktır.
1. Psycho-oncology Textbook -Second edition
2. MD Anderson, Manuel of Psyhosocial Oncology
3. Kayıptan Sonra yaşam; Prof. Dr. Vamık D. Volkan, Elizabeth Zintl