Birinci bölümde, kanıta dayalı ilaçların neden pahalı olduğu konusunda değinmiştik.

İkinci bölüm: Neden fitoterapi uygulayıcıları kolayı seçiyor?

Fitoterapi olarak adlandırılan bitkisel tedavilerin kullanımının giderek artığını gözlüyoruz. Bu ürünler neden cazip geliyor, ayrıca etkili ve güvenliler mi? Dahası fitoterapi uygulayıcıları kolayı mı seçiyor?

Son iki yüzyılda bilimsel gelişme ve modern tıbbın etkisi ile yaşam sürelerinin belirgin bir şekilde yükseldiği, önceden tedavi edilemez birçok hastalığın tedavi edilir hale geldiği ve bir kısmının ise tamamen ortadan kalktığına hepimiz tanık olduk. Bununla birlikte tıp, daha iyi çözümler getirmesi gereken çok sayıda sağlık sorunu olduğunun tam bilincindedir.

Son yıllarda, “doğal”, “geleneksel” ve her şeyden önce bilimsel olmayan her şeye görünüşte doymayan bir pazarın ortaya çıktığını görmekteyiz. Sonuç ise bilimsel tıbbın, kontrollü çalışma, ispat, kanıt, istatistiksel önem ve güvenlik üzerine yaptığı çabaların, “alternatif tıp” lehine reddedilmesi veya değersizleştirilmesi ve giderek daha fazla sayıda hastanın yaşamının tehlikeye atılması olarak karşımıza çıkmaktadır.

Tamamlayıcı ve Alternatif Tıbbın (TAT) muhtemelen ticari olarak en başarılı ve yaygın olarak kullanılan dalı “fitoterapi” olarak adlandırılan bitkisel tedavilerdir. Bunlar çoğu ülkede aktarlar ve eczaneler aracılığıyla “besin takviyeleri” olarak satılan tabletler, tozlar, bitki özütleri ve iksir adı altında satılan çeşitli sıvı karışımlarıdır.

bitkisel tedavi fitoterapi pazarı

Bitkisel ürün pazarının giderek artığı görülmekte. Bu ilgiye rağmen bitkisel ürünlerin yalnızca çok azının bazı hafif ile orta derece sağlık sorunlarına faydalı olduğu gösterilmiştir. Örneğin, halsizlik için ginseng, bulantı için zencefil, depresyon ve mevsimsel duygudurum bozukluğu için sarı kantaron otu gibi. Fakat bu ürünler, daha ciddi rahatsızlıklar için test edildiklerinde daima çuvallamışlardır. Bu nedenle pazarlarını korumak adına “ilaç” adını alamamışlar, “doğal”, “takviye”, veya “geleneksel” gibi isimlerle varlıklarını sürdürme yoluna gitmişlerdir.

Maddi durumu iyi, kültürel seviyesi yüksek ve eğitimli kişilerin bitkisel tedavilere daha eğilimli oldukları görülmüş. Hatta 30 ve 40'lı yaşlardaki kadınlar, bitkisel ürünlerin en büyük tüketicileridir. Bu hem şaşırtıcı hem de beklenen bir durumdur.

Bunun sebeplerinden biri, modern tıbbın sınırlılıklarıdır. Birçok hastalığın tedavisinde büyük ilerlemeler yaşansa da bilimde hâlâ cevap bulunmayan soruların sayısı oldukça çoktur. Bununla birlikte bilimle uğraşanlar veya sağlık profesyonelleri sınırlılıklarının farkındadır ve uygulayıcısı oldukları her tedaviyi daha da geliştirmek için çaba sarf etmektedir.

Bir diğer önemli faktör de, insanlar hala "doğal" adı ile anılan her ürünün, aksine çok sayıda kanıt olsa bile, iyi ve güvenli olduğuna inanıyor olmasıdır. Biyoloji meraklıları doğada çok sayıda zehir de bulunduğunu iyi bilirler. Bunun bir örneği de tütündür. Doğal adı ile anılan her şeyin iyi ve güvenli olduğu yanılgısı, bazı amatör araştırmacılar tarafından da paylaşılmıştır. İşte bu, fitoterapi uygulayıcılarının da en büyük yanılgısıdır.

Yine gözden kaçan bir diğer nokta ise, insan vücuduna veya fizyolojisine gelindiğinde, "doğal"ın anlamsızlaşmasıdır. Bunu şu örnekle anlatalım: Fizyolojik olarak vücut, kimyasal olarak sentezlenen C vitamini ile turunçgillerden elde edilen C vitamini arasındaki farkı anlayamaz. Ayrıca bitkisel ürünlerin ekstrakte tabletlerini (özütlerini) alırken, doğada bunları bulamayacağınız yoğunlukta (yüzlerce veya bin kat eşdeğeri) almak ne kadar doğal bir uygulamadır?

Bunun dışında, ilaçlar gibi sıkı denetime tabi tutulmayan bitkisel ürünlerin içeriğine ne kadar güvenebiliriz? Örneğin, bazı “ginseng tabletleri”nin hiç ginsengi içermediği tespit edilmiştir. Buna ek olarak, sözde “doğal” çözüm iddiaları, etkileri ve tehlikeleri hakkında çok az kanıtlanabilir bilgi ile satılmaktadır.

Fitoterapiye olan ilginin artmasının bir diğer nedeni, insanların sentetik ilaçların yan etkileri konusunda endişeli olmasıdır. Tamamlayıcı Tıp alanında dünyanın önde gelen bilim insanlarından Profesör Edzard Ernst, “Hayatını tehdit eden birçok hastalık için gerekli olan bazı sert tedavilere kıyasla bitkisel ilaçlar, daha yumuşak, daha nazik ve daha güvenli olduğu “iddiası” taşırlar.” demiştir. Etkisi az olanın yan etkisinin de az olması şaşırtıcı değildir, bununla birlikte günlük pratiğimizde bitkisel tedavilerden muzdarip olan çok sayıda hasta ile de karşılaşmaktayız.

İleri evre (örneğin 4. evre metastatik kanserler) hastalıklarda tam iyileşmeyi aramak, bitkisel detavilere yönelmenin bir diğer motivasyonudur. Bitkisel tedavileri kullanma isteği, standart tedavilerin tam şifayı vaat edemediği 4. evre kanserlere sahip hastalarda daha belirgin olmaktadır. Bu hastalar ve yakınlarında umutsuzluk ve gerginlik hali gözlemlenmektedir. Bunun yanında alternatif tedavilerin hayatlarını kurtaracağı inancı vardır. Fitoterapi uygulayıcıları bu durumu iyi gözleyip “tam şifa” vaad edebilmektedirler (bitkisel tedavilerin, kanserin kontrolünde ve tam iyileşmedeki rolüne dair hiçbir kanıt olmamasına rağmen).

Fitoterapi için son motivasyon, tamamlayıcı ve alternatif tıbbın diğer birçok dalında olduğu gibi kendi kendine ilaç tedavisinin çekiciliği gibi görünüyor. Kendi yaşamı hakkında en büyük, hatta tek söz sahibi olma isteği, çağımız insanının önde gelen özelliklerinden biridir. Bununla birlikte saçını, evini ya da arabasını uzman ellere teslim etmekten çekinmeyen insanların, sağlığı ve vücudu konusunda bu hassasiyeti gözden kaçırması şaşırtıcıdır, değil mi?

Tüm bunların yanında bitkilerin “her zaman olduğu gibi” hala zengin bir ilaç kaynağı olduğunu ne unutuyoruz ne görmezden geliyoruz. Günümüzde tamamen sentetik olarak üretilen aspirin, bir asır önce söğüt ağacının kabuğundan türetilmiştir. Sık tercih ettiğimiz ve etkili kemoterapi ilaçlarınan biri olan paklitaksel, başlangıçta bir porsuk ağacından türetilmişti. Etkili ilaçlar bulmak için bitkileri araştırma eğilimi devam etmektedir. Fakat bu üretimler, basit bir şekilde bitki özütünü çıkarma şeklinde değil, içindeki aktif kimyasalı ileri teknolojilerle ayrıştırma yoluyla yapılmaktadır. Her şeyin “doğal” olması için geçerli olan moda, bazı fitoterapilerin tehlikeli olabileceğinin ya da etkili olmayabileceğinin görmezden gelinmesine neden olmaktadır. Doğru araştırma ve düzenleme olmadan bu eğilim sadece nostalji olarak kalacaktır.

Sonuç

Alternatif tıp sağlayıcıları gelişmiş ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de hızlı bir değişimle karşı karşıyadır. İştah kabartan bu alanın uygulayıcıları hızlıca profesyonellere, tıp doktorlarına hatta akademik özellik taşıyan hoca niteliğindeki kişilere dönüşmektedir. Bir tür bilim sahtekarlığına soyunan bu kişilerin sihirli ve hızla büyüyen pazardan pay kapmak için çarpıcı isimler altında yayınladıkları fotokopi niteliğindeki birbirine benzer kitaplar kür, şifa başlıkları ile adeta ölümsüzlüğü satma yarışına girmekte oldukları kolayca gözlemlenebilir. Zengin, fakir farketmeksizin insanların her zaman satın almak isteyecekleri şeydir ölümsüzlük. Bilim sahtekarlarının da hevesini besleyen ve motivasyon kaynaklarıdır bu evrensel gerçek dışı talep. Bilim manüplasyoncuları yazdıkları yazı ve sözlerinde yüzde doksan ve üzeri oranda doğru, toplumun haklı bulacağı söylemlerin içine saklarlar gerçek niyetlerini. Satır aralarına gömdükleri hedefli ve toplumun kafasını karıştıran, bilime güvensizlik yaratan ve gizli ölümsüzlük vaatleri ile bu akıl dışı talebi artırarak bir arz pazarı yaratırlar.

Bunları dikkatli baktığınızda görmeniz aslında hiç de zor değildir. Bir söylem, bir demeç, bir kitap, okuduğunuzda yaşamda tüm hastalıkların bir çözümü var hissi veren, aslında ölümsüzlük doğanın içinde saklı düşüncesini kafamızda oluşturan ve de karşılığında bir metod, bitkisel kür ve doğal ürün sunan sahtekarları tanımanız zor olmayacaktır.