Kanser hastalığı konusunda uluslararası güncel bilgiye hastaların doğrudan ulaşmalarını amaçlayan “Meme Kanserli Hasta Kongresi”, 28-29 Haziran tarihlerinde Antalya’da gerçekleştirildi.

“Meme Kanserli Hasta Kongresi”nde değerli uzman doktorlarımız tarafından sunulan bilgileri içeren haberler, web sitemizde 5 bölüm olarak yayınlanacaktır. Web sitemizin “kanser haberleri” bölümünden yazılarımızı takip edebilirsiniz.

Şimdi gelin meme kanserine karşı toplum bilincini arttırmak için düzenlenen bu çok değerli kongrenin yazı dizisinde ikinci güne damga vuran diğer noktalar neler birlikte göz atalım..

Üçüncü panelin ilk konuşmacısı olarak kürsüye gelen Memorial Sağlık Grubu Antalya Onkoloji Grubu ve Antalya Meme Hastalıkları Derneği Başkanı Prof. Dr. Mustafa Özdoğan, meme kanserli hastaların tanı ve tedavi sürecinde yaşadıkları güçleri anlattı.

Meme kanserinin erken evrede yakalandığında şifa şansı çok yüksek bir hastalık olduğunu, ancak hastaların bunu bilmediklerini söyleyerek sözlerine başlayan Prof. Dr. Özdoğan, “bir görüntüleme veya kendi kendini muayene sonrası ya da hiç istemediğimiz ancak memede dışarı taşan hatta yaraya dönüşen bir kitle olduğunu fark ettiğinde hasta doktora gidiyor” dedi. “Bundan sonraki aşamada, bir tanı süreci başlıyor. Buda, kapsamlı radyolojik değerlendirme ve biyopsi sonrası patoloji sonucunda hasta kanserle yüzleşiyor. Bu süreç, gerçekten hasta için bazen çok yaralayıcı olabiliyor. Eğer hekim hasta ilişkisi çok ileri düzeyde değilse, bu süreç adım adım anlatılmamışsa, hasta bu dönemde yaralanmaya başlıyor” diye konuşmasına devam etti.

Kanseri telaffuz etmeye başlayarak kanserden korkmaktan vazgeçtiğimizi dile getiren Prof. Dr. Özdoğan, “karşımızda vücut bütünlüğünün bozulması, cinsel kimlik kaybı, sosyal statülü iş kaybı, eş kaybı gibi tüm bu korkularla karşı karşıya kalan bir bayan görüyoruz. Birden bire rutin hayatınıza beklenmedik bir bomba düşüyor” dedi. Kanser tanısı koyulduktan sonra kanserin hangi evrede ve ne aşamada olduğunu öğrenmek için yapılan tarama testlerin hasta üzerinde kaygı ve endişeyi arttırdığını söyleyen Prof. Dr. Özdoğan, “bu dönemi hastalığı öğrenme ve neler olduğunu anlama periyodu olarak düşünüyorum” diye ekledi.

“Özellikle, erken evre meme kanseri teşhisi koyulmuş hastalarda doktor “çok erken bir meme kanserisiniz, yaşasın” demek isterken karşımızda yoğun endişe ve kaygı yaşayan bir hastayla karşılaşabiliyoruz” diyerek konuşmasına devam eden Prof. Dr. Özdoğan, “oysa ki, I-II ve III’üncü evre meme kanserini günümüzde çok iyi yönetebiliyoruz” dedi.

Doktorun olmasını istemese de karşılarına çıkan IV’üncü evre meme kanserini hem hastayla konuşmanın zor olduğunu hem de hastanın bu süreci algılayıp, adapte olup yakınlarıyla birlikte atlatmasının ve yaşamını buna göre yürütmesinin kolay bir süreç olmadığını vurguladı. “Hastaların kanser tanısı koyulduktan sonra doktorlarına ne sormaları gerektiğini bilmeleri gerekir” dedi.

Meme kanserinin yaşa bağlı farklılıklar gösterdiği gibi türe bağlı farklılıklar da gösterdiğini söyleyen Prof. Dr. Özdoğan, hücrenin özelliğine bağlı farklılıklar da göstermektedir ki bugün tedavi stratejileri için en az 4 çeşit meme kanseri olduğunu belirtti. Sık görülen ilk üç meme kanserini; hormona duyarlı tümörler, hormona az duyarlı ve HER2 algacı taşıyan tümörler, hormona duyarsız ve her2 algacı taşıyan tümörler olarak sıralayan Prof. Dr. Özdoğan, “3’lü negatif dediğimiz bugün dünyanın en fazla üzerinde çalıştığı diğerlerine göre daha agresif bir hücre yapısına sahip tümörler aşamasına gelindiğinde yeni bir bilmece ile karşı karşıya kalıyoruz” diye konuştu. Cerrahi öncesi saptanabilen bu tümörlerde sonraki aşama olarak cerrahi ya da öncü tedavilere karar verilebildiğini söyleyen Prof. Dr. Özdoğan, “memenin bir kısmının ya da tamamının aldırılması ya da plastik cerrahi ile memenin alınması gibi yöntemlerle hasta karşı karşıya geliyor. Doktor, koltuk altındaki lenf bezlerinin alınması ve sentinel lenf bezi biyopsisi yapılması ile ilgili hastasıyla konuşarak bilgi veriyor. Lenfödem riskiniz ve neden bunların yapılacağı anlatılıyor. Hastaların tüm bunları özümsemesi ve alınacak tüm bu kararların içinde olması, kabullenmesi ve yol gösterici olması isteniyor” dedi.

Cerrahi tekniklerin gelişmesi ile lenfödemin giderek azaldığını belirten Prof. Dr. Özdoğan, dünyanın en büyük kanser kongresi olan ASCO’ya önceki yıl konuşmacı olarak katılan Pittsburg Üniveristesi, Genel Cerrahı Prof. Dr. Atilla Soran’ın lenfödemi önceden tanıma ve rehabilitasyon konusunda yaptığı araştırmaları tüm bilim camiası ile paylaştığını anlattı ve gösterdiği başarıdan dolayı kendisini kutladı. Prof. Dr. Soran’ın çalışmasıyla %10-30 oranlarında görülen lenfödemin özel bir takım yaklaşımlarla %3’lere kadar düştüğünü söyleyen Prof. Dr. Özdoğan, bunun hem hastalar hem de hekimler için çok sevindirici bir sonuç olduğunun altını çizdi.

Cerrahide iyileşme süreci ve uzayan iyileşme sürecinde beklenmeyen komplikasyonlardan bahseden Prof. Dr. Özdoğan, “örneğin cilt koruyucu mastektomide bazen öyle komplikasyonlarla karşılaşıyoruz ki, hekim elinden geleni yapmasını rağmen hasta memesini kaybedebiliyor. Meme koruyucu cerrahi ile başlayıp uygulama yetersiz kaldığında meme kaybına gidilebiliyor. Hastanın tüm bunlara adapte olması gerekiyor” dedi. “Cerrahi rekonstrüksiyon yani plastik cerrahi yapılsa bile hastanın değişen vücudunu kabullenmesi, bu duruma adapte olması gerekiyor. Ayrıca, erken ve geç dönem gelişen ağrılar ve lenfödem meme kanseri olan hastaları bekleyen önemli sorunlardır” diye ekledi.

“Cerrahi sonrası süreçte hastanın tekrar başta yaşadığı kaygılara geri döndüğünü görüyoruz. Sil baştan bu aşamada ne tür tedaviler uygulanacağını tekrar anlatıyoruz ve bu zorlu süreci hasta ile birlikte en iyi şekilde atlatmaya çalışıyoruz” diyen Prof. Dr. Özdoğan, tedavi seçiminin önemli olduğunu, cerrahi sonrası hasta ve hekim arasındaki güçlü iletişim ve doğru bilgilendirmeyle sorunların çözülebileceğini vurguladı. Bunun yanında, kemoterapi tedavisinin yan etkileri konusunda oldukça yol alındığını söyleyen Prof. Dr. Özdoğan, “özellikle bulantı üzerine çok güçlü ilaçlar var. Bulantıya karşı olan ilaçları çok iyi kombine ettik, hasta uyumunu da ciddi şekilde elde ettik” dedi. Kemoterapi tedavisinde ishal, kabızlık, halsizlik, enfeksiyon, kan değeri düşmesine bağlı ciddi yaşamı tehdit edebilecek nötropenik ateş, bunun yanında saç kaybı, kilo alımı, iştahsızlık ve kilo kaybı, psikolojik problemler, kemobeyin denilen kemoterapiye bağlı mental fonksiyonlarda bir takım değişikliklerin hastaya anlatıldığını da dile getirdi. Ayrıca kalp problemleri, obezite, nöropati (el ayaklarda uyuşmalar), ağrılar, düşükte olsa ikinci kanser riski, mental ve psikolojik etkilerinide kemoterapi yan etkileri olarak sıraladı.

Ayrıca, henüz evli ve çocuğu olmayan hastaların doğurganlığını korumak için yumurtaların dondurulması konusunda da konuşulması gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Özdoğan, “teknoloji bu konuda da iyi durumda. Prof. Dr. Kutluk Oktay’ın uzun süreli çalışmaları, bu konuda tüm dünyada yankı buldu. Bu sayede artık kanserli hastalarda doğurganlığı nasıl koruyabileceğimizi biliyoruz” dedi.

“Kanserde asıl problemin hastanın vücudunda gelişen değişimlerden kaynaklandığını fark ettim!”

Prof. Dr. Özdoğan, “halk arasında iyilik olsun diye kanserle ilgili en kötü senaryonun çizilmesi, hastada olumlu etki oluşturmayacak bilakis psikolojik çöküntü yaratacaktır. Bu nedenle, kanser hastalarında yapıcı yaklaşım çok önemlidir” diye vurguladı. Bunun yanında, saç kaybını önleyen saç cildini soğutma gibi yöntemlerin belli oranda hastaya fayda sağladığını dile getirdi ve “kendisiyle barışık hastalara saç görüntüsünde perukta öneriyoruz” dedi.

Prof. Dr. Özdoğan, “hedefe yönelik tedavilerde farklı ilaç grupları mevcut. Kansere neden olan ileti yolunu vurabiliyoruz, orayı durdurabiliyoruz ve tümörün ölümüne neden olabiliyoruz” dedi. Bu tür bir tedavinin beraberinde farklı yan etki profilleri görmeye başladıklarını söyleyen Prof. Dr. Özdoğan, iştahsızlık, halsizlik, bazen ateş, cilt problemleri, kalp problemleri, ishal ve ağız yarası gibi ortaya çıkan durumlarında üstesinden gelebildiklerini belirtti ve radyoterapide de cilt yanıkları, ağrı gibi bazı yan etkilerin görüldüğünü ifade etti.

Ayrıca meme kanserin genetik geçişli olup olmadığına bakıldığını söyleyen Prof. Dr. Özdoğan, “ailede meme kanseri geçmişi araştırılıyor. BRCA pozitif sonucu ile ortaya çıkan bir meme kanseri söz konusu olabiliyor. Gerçekten burada iyi yönetilmesi gereken hasta için son derece güç durumlar var” diye konuştu.

Hastaları tedavi ederken yan etkilerle başa çıkabilecek uygulamalarla hastaların yaşam kalitesini arttırmayı hedeflediklerini söyleyen Prof. Dr. Özdoğan, bunun yanında alternatif tedavinin her zaman modern tıbba karşı çıkmaya devam edeceğini vurguladı. Prof. Dr. Özdoğan, “alternatif tedavi, paralarını hayatları için harcamaya hazır olan hastaları ticari olarak kullanmaya çok yatkın bir durumdur. İşte bu yüzden hastalar dikkatli olmalı ve ceplerine gözünü dikmiş bu insanlardan uzak durmalıdır” dedi. Bir yandan doktorlarında bu noktada ilaçtan başka tedavi edici bir şey yoktur düşüncesiyle tamamlayıcı tedavileri göz ardı etmemeleri gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Özdoğan, tamamlayıcı tedavi dediğimiz farmakolojik olmayan ancak kanser tedavisine destek olabilecek birtakım yöntemlerin olduğunu belirtti.

Kanserli hastaların çocuklarının psikolojisinin de önemle üzerinde durulması gereken bir nokta olduğunu söyleyen Prof. Dr. Özdoğan, “hastalar çocukları için de psikolojik destek talep etmelidir” dedi.

Prof. Dr. Özdoğan, meme kanserinde erken tanı konursa tüm bu olası problemlerin ortadan kalkacağını, daha kolay çözüleceğini ve çok daha başarılı olacağını tekrarlayarak,” ayrıca belli bir aşamayı geçmiş tümörler için de umutsuz değiliz. Hasta ve doktorun tedaviyi birlikte ve doğru yürütmesi ile başarılı olunacağını düşünüyorum” diyerek konuşmasını sonlandırdı.

“Global bir sorunla karşı karşıyayız”

Üçüncü panelin ikinci konuşmacısı Uludağ Üniversitesi Medikal Onkoloji Bölümünden Prof. Dr. Türkkan Evrenseldi. Meme kanserinde hastalık ve tedaviye bağlı sorunlar ve tıbbi çözüm yolları konusunda konuşan Prof. Dr. Evrensel, “global bir sorunla karşı karşıyayız” diyerek sözlerine başladı.

Günümüzde kanserin bir halk sağlığı sorunu olduğunu söyleyerek bu sorunun iki tarafı olduğunu ifade eden Prof. Dr. Evrensel, hastalananlar ve hastalığı tedavi edenler olmak üzere her iki tarafında sorunu birlikte çözmeleri gerektiğini vurguladı. Doktorların kendilerini eğitmek ve dünyada kanserle ilgili gelişmelere ayak uydurmak için yoğun çaba sarf ettiklerini dile getiren Prof. Dr. Evrensel, “hastalarında aynı titizlikle doğru bilgiler alarak belli bir bilinç düzeyine ulaşarak, hem tedavi hem korunma hem de sağlıklı yaşam konusunda çok daha iyi yerlere varacağımızı düşünmekteyim” dedi.

“Kanserle ilgili birtakım efsaneler, teşhis ve tedavi ile ilgili birtakım yapıcı gelişmeleri geciktiriyor”

Kanserle ilgili birtakım efsaneler olduğunu söyleyen Prof. Dr. Evrensel, bu efsanelerin teşhis ve tedavi ile ilgili birtakım yapıcı gelişmeleri geciktirdiğini belirtti. “Teşhis ve tedavi konusundaki gecikmeler, iyi gidecek bir hastalığın kötü gitmesine neden olabiliyor. Dünya kanser kontrol örgütü gibi büyük organizasyonlar, iki yıldır dünya kanser gününü özellikle bu hurafelerle mücadeleye ayırarak ve bir farkındalık oluşturmaya çalışarak bu efsaneler yüzünden kanser hastalarının tanı ve tedavilerinde gecikmeler yaşanmasını önlemeye çalışıyorlar. Bu sayede amaçladıkları kanserin görülme ve kanserden ölüm oranlarını azaltmaktır” dedi ve ekledi: “kanserin görülme sıklığı nüfusa göre değişkenlik gösteriyor.”

Prof. Dr. Evrensel, konuşmasına kanser ve kanser tedavisine bağlı sık görülen sorunlardan bahsederek devam etti. Kanserli bir hastada sık görülen ağrının normal kabul edilmemesi gerektiğinin altını çizerek bunun çözülebilecek bir sorun olduğunu vurguladı. Dünya sağlık örgütü ve dünya kanser örgütünün kanser ağrısını öncelikli mücadele edilmesi gereken sorunlar içine koyduğunu belirten Prof. Dr. Evrensel, tedavi edilmeyen kanser ağrısının son derece kompleks birtakım karmaşalara yol açabileceğini vurguladı. “Buda hastanın tedaviye uyumunu ve yaşam kalitesini bozuyor ve ortasında ölüm korkusunun yer aldığı zincirleme bir şikayetler silsilesine sebep oluyor. Ağrıyı zamanında görüp tedavi etmediğimiz takdirde hastanın bütün tedavi ile ilgili uyum süreci bozuluyor ve gereksiz yere sağlığını kaybettiği bir süreç yaşıyor” dedi.

Ağrının sadece kansere bağlı sebeplerden değil kanser tedavisine bağlı sebeplerden de karşımıza çıkan bir sorun olduğunu söyleyen Prof. Dr. Evrensel, tedaviye bağlı ağrının ortaya çıkacağını bilen hastanın ağrı ile karşılaştığında korkuya kapılmadığını belirtti. Bazı hastaların sırf ağrıdan korktuğu için tedavisini yarım bıraktıklarını söyledi ve “maalesef, ağrı sebebiyle tedavinin kendisine ciddi zararlar verdiğini düşünen hastalar var” diye ekledi. Ağrıyı gidermek için tamamlayıcı tedavi konusunda önerisi olan hastaların bunu mutlaka doktorları konuşmaları gerektiğini, aksi takdirde hasta ağrıya neden olabilecek bir takım sonuçlara maruz kalabileceklerini söyleyen Prof. Dr. Evrensel, verilen tedavilerde kullanılan ilaçlarla etkileşime geçmesi halinde tamamlayıcı tedavilerin de olumsuz etkisi olabileceğini bu sebeple doktor kontrolünde kullanılması gerektiğini vurguladı.

Kanserde kullanılan en eski ilacın morfin olduğunu söyleyen Prof. Dr. Evrensel, “morfini bilgi eksikliklerinden doğan kullanma tereddütleri oluyor. Buda, hastaya ağrı sürecinin uzaması şeklinde yansıyor” dedi. Morfin gibi bazı ilaçların bağımlılık riski oluşturabilecek ilaçlardan olduğu için kullanımının kolay olmadığına da değine Prof. Dr. Evrensel, “eczacılar morfini korkup getirmeyebiliyorlar. Bazı hastalar tüm ilaçlara ulaşamadıklarını da ifade ediyorlar. Ancak, bu sistemin başında oturan kişilerle iyi niyetli görüşülerek ya da ilacı talep ederek sorunu çözmek mümkündür” diye konuştu.

Bir başka eksikliğin önerilen ilaçların kullanılması ile ilgili olduğunu söyleyen Prof. Dr. Evrensel, “her hasta kendine özeldir. Kanserin tedavisinin bile bireyselleşmeye gittiği günümüzde, hastanın farklı komplikasyonları olabilir, karaciğer ve böbrek fonksiyonları, kalp fonksiyonları farklıdır. O yüzden doktor, hasta için en az zararlı tedaviyi seçmekle yükümlüdür” dedi.

“İnsanımız ağrısı olduğunda hemen ağrı kesici kullanma eğilimindedir”

“Bir başka sorunun; insanımızın ağrısı olduğunda ağrı kesici kullanma eğiliminde olduğudur” diyerek konuşmasına devam eden Prof. Dr. Evrensel, doktor kontrolünde alınmayan ağrı kesicinin hem fazla dozda ağrı kesici alınmasına hem de ağrı sorununun giderilememesine yol açtığını söyledi.

Hastaların şikayetlerini dile getirmediği takdirde, doktorun mevcut duruma devam edeceğini ve aynı ilaç uygulamalarını yapacağını söyleyen Prof. Dr. Evrensel, tedavi boyunca ve sonrasında doktorla iletişim halinde olmanın önemini dile getirdi ve “morfinin de kullanılabilecek en etkili silahlardan biri olduğunu tekrar vurgulamak gerekiyor. Bu son derece etkili bir ilaçtır. Uygun yerinde ve dozunda kullanıldığında bağımlılık yapmadığını bilmek önemlidir” diye ekledi.

Prof. Dr. Evrensel, tüm bu ilaç tedavilerine rağmen giderilemeyen ağrıyı kesmek için yapılan birtakım müdahalelerle ağrıyı oluşturan faktörler olmasa da ağrıyı ortadan kaldırmanın mümkün olduğuna değindi ve bu sayede ağrı ilaçlarının da böylece azaltılabildiğini söyledi. “Bu ilaçların kullanımına bağlı kabızlık, ağız kuruluğu, iştahsızlık gibi bazı yan etkilerde geçiyor. Bu sayede, hasta yaşam kalitesini arttıracak çözümler bulabiliyor. Bu sebeple, doktorunuzla işbirliği içinde olarak şikayetlerinizi konuşmanız önemlidir” dedi.

Bir diğer sık rastlanan sorun olan yorgunluğun karmaşık bir belirti olduğunu belirten Prof. Dr. Evrensel, kanser ve kanser tedavisi ile ilişkili olduğu kanıtlandıktan sonra ancak o zaman yorgunlukla ilgili tedavilere geçmek gerektiğini vurguladı. “Ağrı bile bu sendromu tetikleyen bir durum oluşturuyor. Ağrı geçtikten sonra bu şikayetin ortadan kaybolduğunu gözlemleyebiliyorsunuz. Yorgunluk depresyon, kansızlık gibi yapılan tedavilere bağlı ortaya çıkabiliyor. Bunu uygun zamanda düzelttiğinizde yine yorgunluk belirtisi ortadan kaybolabiliyor. Kalsiyum, sodyum gibi bazı elementlerin bozukluğu, ilaç yan etkileri ki morfinde bunlardan bir tanesi yorgunluğa sebep olabiliyor” dedi ve ekledi : “ Hastalanmadan önceki performansımızı sürdürmek için kendimizi zorlamamamız gerekiyor. Sağlık durumunuza uygun egzersiz yapabilir; bazı hedef yönelik ilaçlar etkileşebildiği için doktorunuza danışmak kaydıyla tamamlayıcı tedavilerden birisi olan Ginseng kullanmanız fayda sağlayabilir.”

Prof. Dr. Evrensel, “hurafe diyebileceğimiz kadar geniş ve korkutucu bir üne sahip olan kanser tedavisi ile ilişkili şikayetlerden bir tanesi de bulantıdır. Artık %100’e yakın bulantıyı önlememiz mümkündür” diyerek konuşmasına devam etti. Bulantı ilaçlarının doktorun önerdiği düzende kullanılması gerektiğini söyleyen Prof. Dr. Evrensel, “nasıl ve ne dozda kullanacağımızla ilgili önerilere dikkat etmek gerekiyor” dedi. Bunun yanında beklentiye bağlı bulantının, özellikle bir kez kemoterapi tedavisi görmüş ve tamamlamış sonrasında ikinci kemoterapi tedavisi görecek olan bulantı ve kusmayla karşılaşmış hastalarda ortaya çıktığına değinen Prof. Dr. Evrensel, hastaya bulantı tedavisi uyguladıklarını, tedaviye destek vermesi için akupunktur yönteminin uygulanabileceğini belirtti ve katılımcıları “ en sağlıklı olan onkoloğunuzun yönlendirdiği, bu konuda eğitimli, ticari amaç gütmeyen merkezlere gitmenizdir” diye uyardı.

Sık karşılaşılmasa da gözlenen sorunlardan birinin ağız yaraları olduğunu söyleyen Prof. Dr. Evrensel, bazı ilaçların bu ya etkiye daha fazla neden olduğunu bildiklerini söyledi. Özellikle, baş boyun bölgesine kemoterapi ile birlikte radyoterapi verildiği zaman bu yan etkinin daha fazla görüldüğünü belirterek, “bu tür durumlarda, tedavi öncesi ağız ve diş sağlığına önem vermek önemlidir. Diş hekiminizle konuşarak yumuşak bir diş fırçası ve tahriş edici olmayan bir diş macunu kullanabilirsiniz. Bazı tedavilerde ağız içinin soğutulması ve koruyucu gargara ilaçlarının kullanılmasıyla bu etkiden kurtulmak ya da azaltmak mümkündür” dedi. Bunun geçici bir yan etki olduğunu söyleyen Prof. Dr. Evrensel, çok zorda kalındığında ağız yoluyla beslenmenin kesilerek birkaç gün damar yoluyla beslenme yoluyla bu şikayetten kurtulmanın mümkün olduğunu ifade etti.

“Enfeksiyon kemoterapinin tipi ile yakından ilişkilidir”

Bağışıklık sisteminin çökeceğini düşünen kanser hastalarının korktuğu bir diğer yan etkinin enfeksiyon olduğunu belirten Prof. Dr. Evrensel, enfeksiyonun kemoterapinin tipi ile yakından ilişkili olduğunu, ilk kemoterapi verilirken ilk 7-10 gün içerisinde hastaya yapılacak basit bir kan sayımı ile bu şikayetten korunmanın mümkün olduğunu söyledi. “Eğer hastanın kan değerleri düşükse, birtakım kan iğneleri ile hastanın kan değerleri yükseltilebiliyor. Prof. Dr. Evrensel, “eğer belli bir düzeyin altına inmiş ve kanama, ateş gibi başka şikayetlerle birlikteyse o zaman bu durum acil bir hastane tedavisi gerektirebilir” dedi ve enfeksiyon riskine karşı kişisel ve gıda hijyenlerine de dikkat edilmesi gerektiğini belirtti.

Obezitenin yani aşırı kilolu olmanın tedavinin başında ve tedavi süresince işleri zorlaştırdığını söyleyen Prof. Dr. Evrensel, “eğer bir meme kanseri hastası tedavi sonrasında ideal kilosunu muhafaza edemezse hastalığın gidişini kötü etkileyen bir faktörle karşı karşıya kalıyor” dedi. Prof. Dr. Evrensel, “tıpkı hormon tedavilerinde olduğu gibi nasıl hormon ilacımızı hastalığın geleceği için kullanmamız gerekiyorsa, ideal vücut kilomuzda kalmayı da kendi sağlığımız için ciddiye almamız gerekiyor” diye ekledi.

Prof. Dr. Evrensel, “sonuç olarak hastalığın teşhisinden korkmamalıyız. Erken teşhis size her zaman daha az bir tedavi önerisi olarak fayda sağlayacaktır. Hastalığın ve hastalığın tedavisine bağlı yan etkiler birtakım tedavilerle düzeltilebilir. Kendi kendine düzeleceğini ve sonra tedaviye devam edilebileceğini düşünmek gibi yanlış bir düşünceye kapılmamak gerekir. Hastalığın tedavisinden korkup onları efsaneleştireceğimize bu gerçeklerin tedavinin birer parçası olduğunu bilerek, doktorunuzla bunu paylaşarak ve koruyucu önlemlerimiz alarak bunlardan kurtulabiliriz” dedi. Bitkisel ürünlerin kemoterapi ilaçları ile etkileşimi sonucu hastanın olumsuz yönde etkilenebileceğini bir kez daha vurgulayan Prof. Dr. Evrensel, doktorun bilgisi dahilinde olmayan hiçbir ürünü hastaların kullanmamaları gerektiğini dile getirerek konuşmasını sonlandırdı.

“Kanser hastalarının ailelerinin yaşadığı en önemli güçlük tükenmişliktir”

Meme kanserli hasta kongresine bir sonraki konuşmacı olarak katılan İstanbul Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Psikososyal Ana bilim Dalından Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Sedat Özkan, meme kanseri olan hastalarda bozulan psikolojinin nasıl onarılabileceği konusunda katılımcılara bilgi verdi.

Kanser hastalarının ailelerinin yaşadığı en önemli güçlüğün tükenmişlik olduğunu vurgulayarak konuşmasına başlayan Prof. Dr. Özkan, kanserle mücadele bedenin, ruhun, beynin, ailenin ve toplumun ortak mücadelesidir. Eğer mücadele birlikte ortak olarak yapılırsa tükenmişlik o kadar az olacaktır. Buda psikolojik destek, ekip ve eğitim gerektirir” dedi.

Kanser hastasının eşini ve çocuklarını da tedavi programına alarak destek vermek gerektiğini ifade eden Prof. Dr. Özkan, kanser teşhisi öncesi eşlerin arasındaki ilişki iyi ise, hasta ve ailesinin bu krizi kolay atlatacağını söyledi.

“Kanserle mücadele bedenin ve beynin ortak mücadelesidir”

Psikoonkolojinin, kanser hastalarına psikiyatrik tedavi ve psikolojik destek sunmak üzere kurulmuş bir bilim dalı olduğunu söyleyen Prof. Dr. Özkan, kanser tedavisinin onkolog, psikiyatr, psikolog, hasta ve yakınları birlikte çalıştıkları bir ekip işi olduğunu belirtti. “Kanserle mücadele bedenin ve beynin ortak mücadelesidir” diyen Prof. Dr. Özkan, “insanoğlu, beden, beyin, ruh bütünlüğünü oluşturur. Bedenimizdeki her hücrenin ruhu vardır. Ruhumuzda, bedenimizdeki her hücreyi etkiler aslında. Bedendeki değişiklikler beyni ve ruhu, ruhun ıstırabı da beyni etkiler. Bu nedenle kişi ne kadar mücadeleciyse sonuçları o kadar pozitif olacaktır. Ruhun çöküşü ise, bedenin çöküşünü hızlandırır” dedi.

Prof. Dr. Özkan, beyin ve ruhun tüm bedeni kontrol ettiğini söyledi ve ekledi: “Kişi kanser teşhisi koyulduğu andan itibaren tedavisi ile psikolojik tedavi eşzamanlı yürütülmelidir.”

“Artık kanseri konuşmalıyız ve doğru algılamalıyız, eksik ve yanlış bilgilerden kaynaklı kaygıları gidermeliyiz” diyen Prof. Dr. Özkan, hastaların hem tedaviyi hem de yaşamı ihmal etmemeleri gerektiğini söyledi. “Kanser eşittir ölüm gibi önyargıyla düşünmeyeceğiz. İnkar etmeyeceğiz bir başka deyişle gerçeği ret etmeyeceğiz ama o gerçeği felaketmiş gibi yorumlamayacağız. Gerçekçi ve mücadeleci olacağız. O gerçekle top yekün bedenimizle, ruhumuzla ve ailemizle mücadele edeceğiz” diye ekledi.

Psikolojik sorunu yaratan en önemli unsurun cerrahi müdahale ile organ kaybına uğramaktan dolayı duyulan kaygı olduğunu söyleyen Prof. Dr. Özkan, “kansere bağlı ölüm korkusu, başkasına muhtaç olma ve bedeninde oluşacak değişiklikler kaygı ve endişe yaratır. Ayrıca, kanseri tekrarlama endişesi de hastaların duyduğu en büyük kaygılardan biridir” dedi.

“En önemlisi ise, bence hastanın hastalığını nasıl algıladığı ve nasıl adlandırdığıdır. Hasta doğru algılar ve sorunlarla doğru baş ederse bu süreci kolay atlatır, ancak doğru algılayıp doğru baş edemiyorsa, kaygı, endişe ve depresyon oluşur” diyen Prof. Dr. Özkan, uzman doktorlardan oluşan multidisipliner ekip çalışması ile hastaya yardımcı olduklarını belirtti.

Onkoloji hastalarındaki depresyonun zihinde başladığını söyleyen Prof. Dr. Özkan, sorunları öncelikle hastanın zihninde çözmek gerektiğini ifade etti. Kişiyi tedavi ederken nasıl algıladığını ve sorunu nasıl yaşadığını anlamak için empatik tutum uyguladıklarını dile getiren Prof. Dr. Özkan, “hasta doktorun ne söylediklerinden çok söylemediklerinden de kaygılanır. Bu sebeple, doktorlar ne söylemediklerine dikkat etmelidir. Duyguların bastırılması depresyona girmeyi tetikler. Bu nedenle, kişinin iletişimini güçlendirmek önemlidir” dedi.

Bedeni değiştirmenin ruhu, algıyı, beş etmeyi ve duyguları değiştirmekten daha kolay olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Özkan, psikiyatrinin oldukça zor ancak bir o kadar da keyifli olduğunu söyledi. Hastayı tedavi ederken bedenin yanında, ruhu ve beyni de bir bütün olarak görmek gerektiğini ifade eden Prof. Dr. Özkan, kanserin beyinde, ruhta, ilişkilerde yarattığı etkilerin de dikkate alınması gerektiğini belirtti.

Her panelin sonunda olduğu gibi soru cevap bölümüne geçildi. Katılımcılar, konuşmacılara yönelttikleri soruların tek tek yanıtlarını aldı.