Tanı anında bölgesel olarak ilerlemiş rektum kanserleri (2. ve 3. evre) direkt olarak ameliyat edilmez ve ameliyat öncesi küçültücü tedaviye ihtiyaç duyar. Bu durumdaki hastaların standart tedavisi kemoterapi ve radyoterapi ile tümörü olabildiğince küçültmeye çalışıp hastayı ameliyata hazırlamaktır.

Ancak, son yıllarda kanser tedavisi alanında yapılan çalışmalar, bazı durumlarda daha az tedavi uygulamanın daha etkili olabileceği sonucunu ortaya koymaktadır. Bununla birlikte, rektal kanser tedavisinde radyasyonun rolüne dair yeni araştırmalar, hem kanser hastalarının yaşam kalitesini artırmak, hem de tedavi sırasında karşılaşılan zorlukları ve yan etkileri azaltmak adına radyoterapinin atlanabileceğini düşündürmektedir. İşte bu yüzden, sonuçları ASCO 2023 Kongresi'nde ve eş zamanlı olarak NEJM dergisinde yeni yayınlanan PROSPECT denemesinin bulguları büyük önem taşımaktadır.

Aşağıda, kalın bağırsağın son kısmı olan rektum bölgesi görülebilir.

anal kanal rektum kolon kalın bağırsak anatomisi

Rektal kanser ve kolon kanseri birbirine çok benzer ve genellikle bir arada "kolorektal kanser" olarak adlandırılır çünkü her ikisi de kalın bağırsağın farklı bölgelerinde ortaya çıkar. Ancak, tedavi stratejileri açısından bazı önemli farklılıklar vardır. Erken veya bölgesel ileri evre kolon kanserinde, genellikle ameliyat ile tümörün çıkarılması ilk tedavi seçeneğidir. Buna karşılık, rektal kanserde, özel anatomik yapıları ve makata yakın olmaları sebebi ile cerrahi öncesi neoadjuvant )küçültücü) tedavi genellikle uygulanır. Bu tedavi, genellikle radyoterapi ve kemoterapinin bir kombinasyonunu içerir ve ameliyatı daha kolay hale getirebilir ve kanserin yayılma riskini azaltabilir. 

Daha Az Bazen Daha Çoktur

Bu çalışmanın bulguları, bölgesel olarak ilerlemiş ve cerrahi adayı olan rektal kanserli hastalar için ameliyat öncesi sadece FOLFOX kemoterapi rejimi uygulamanın, kemoterapi eş zamanlı radyoterapi uygulamak kadar etkili olduğunu gösterdi.

Bu durumdaki hastalarda pelvik (kasık) bölgeye radyoterapi uygulamaktan kaçınmanın birçok avantajı vardır: yaşam kalitesinin artması, yan etkilerin azalması, erken menopoz ve kısırlık riskinin azalması gibi.

Standart Tedaviyi Değiştirecek Çalışma

Kemoterapi, rektal kanser tedavisinde yaygın bir uygulama haline geldiğinden beri, tedavi metodolojilerinde önemli gelişmeler kaydedildi. Gelişmiş kemoterapi teknikleri, daha etkili cerrahi yaklaşımlar ve genişletilmiş tarama protokolleri sayesinde, erken tanı oranları önemli ölçüde artmıştır. Bu durum, kanser tümörlerini daha küçük ve daha erişilebilir bir evrede saptama eğilimimizi arttırmıştır, bu da onları daha kolay ve daha etkili bir şekilde tedavi etme potansiyeli sağlamıştır.

PROSPECT denemesini yapmaya teşvik eden soru şu idi: "Radyoterapiyi gerçekten gerekli olan hastalar için saklayabilir miyiz ve sadece kemoterapiye yanıt vermeyen hastalara vermek yerine herkese mi vermeliyiz?"

Çalışmanın Detayları

Çalışmada toplam 1128 rektal kanserli hasta yer alıyor. Hastalar, klinik olarak T2 nod-pozitif, T3 nod-negatif veya T3 nod-pozitif hastalığı olan ve sfinkter koruyucu cerrahi adayı olan hastalar olarak sınıflandırıldı.

  • T2: Bu evrede, tümör rektumun kas tabakasına yayılmıştır, ancak rektumun dışına çıkmamıştır.

  • T3: Bu evrede, kanser rektumun kas tabakasının ötesine, rektumun dışına doğru yayılmıştır ancak yakındaki organlara veya lenf nodlarına henüz yayılmamıştır.

  • Nod-pozitif, bağırsak etrafındaki lenf nodlarına kanser yayılımı olduğunu ifade eder.

585 hastalar, modifiye bir kemoterapi rejimi olan mFOLFOX6 ve 543 hasta standart kemoradyoterapi alacak şekilde rastgele iki gruptan birine atandı. Hastaların ortalama yaşı 57, %34,5'i kadın ve %85'i beyazdı.

Standart kemoradyoterapi, pelvik radyoterapiyi (50.4 Gy üzerinde 28 fraksiyon) florourasil veya kapesitabin ile duyarlılaştıran kemoterapi ile birleştirmektedir.

Modifiye kemoterapi rejimi, mFOLFOX6'yı içeriyor. Bu, modifiye edilmiş oksaliplatin ile l-lökovorin ve bolus/sürekli infüzyon 5-fluorourasili içeriyor.

mFOLFOX6 grubundaki hastaların ana tümörü altı döngüden sonra en az %20 oranında küçüldüyse, doğrudan cerrahiye geçildi, geriye kalanlar ise cerrahi öncesi kemoradyoterapi aldılar. Sonuçta hastaların %9'u kemoradyoterapi aldı.

Ameliyat sonrası adjuvan (koruyucu) kemoterapi, mFOLFOX6 grubunda altı döngü veya kemoradyoterapi grubunda sekiz döngü ile önerilmiş ancak zorunlu tutulmamış.

Çalışmanın sonuçlarına göre,

  • 58 aylık bir takip sürecinden sonra, mFOLFOX6'nın hastalıksız yaşam süresi (DFS) açısından kemoradyoterapiye karşı üstün olmadığı bulundu.
  • mFOLFOX6 grubunda 5 yıllık hastalıksız yaşam süresi %80.8 iken, kemoradyoterapiye atanmış hastalarda %78.6 olarak belirlendü. mFOLFOX6 ile 5 yıllık genel yaşam süresi %89.5 iken, kemoradyoterapi ile %90.2 olarak belirlendi.
  • mFOLFOX6 ile 5 yıl içinde bölgesel (tümörün bulunduğu yerde) tekrarlama oranları düşük, %1.8'dir ve kemoradyoterapi ile %1.6'dır.

DFS, "Disease-Free Survival"ın kısaltması olup, bir kanser tedavisinin bitiminden itibaren hastanın hastalıksız olarak ne kadar süre geçirdiğini ifade eder. Bu ölçüm, bir tedavi yönteminin etkinliğini ve hastaların uzun vadeli sağkalımını değerlendirmek için önemli bir göstergedir.

3. derece veya daha yüksek yan etkiler, mFOLFOX6 grubunda, kemoradyoterapi alan hastalara kıyasla iki kat daha yaygındı - yüzde 41'e karşı yüzde 22.8. Ancak, araştırmacılar, kemoterapi grubunda tedavi süresinin de iki kat daha uzun olduğunu vurguladılar..

Hastaların kendileri tarafından bildirilen sonuçlara göre, mFOLFOX6 alan hastalar, kemoradyoterapi alanlara göre neoadjuvan aşamada daha düşük ishal oranları ve daha iyi genel bağırsak fonksiyonu bildirdiler. Ancak, kemoradyoterapiye atananlarda tedavi sırasında anksiyete, iştah kaybı, kabızlık, depresyon, yutma güçlüğü, nefes darlığı, ödem, yorgunluk, mukozit, bulantı, nöropati ve kusma oranları daha düşüktü. 12 aylık ameliyat sonrası takipte ise, bu farklar kayboldu ve mFOLFOX6'ya atanmış hastalar, kemoradyoterapiye atananlara kıyasla daha düşük yorgunluk ve nöropati oranları ve daha iyi cinsel fonksiyon bildirdiler.

Bu türden bir çalışma ve uygulaması, hem hastaların yaşam kalitesini arttırırken, hem de tedavi sonuçlarını etkilemeyen bir yaklaşımı göstermesi nedeniyle oldukça önemlidir. Bu, hem hastalar için daha az ağrılı ve zorlu bir tedavi süreci, hem de sağlık sistemi için daha etkili bir kaynak kullanımı anlamına gelebilir. Bu durum, özellikle kanser tedavisinde kişiselleştirilmiş tıbbın öneminin altını çizmektedir. Her hastanın, tümörünün özelliklerine, yaşına, genel sağlık durumuna ve kişisel önceliklerine bağlı olarak, farklı bir tedavi yaklaşımına ihtiyacı olabilir. Bu, bu tür çalışmaların ve araştırmaların bu önemli konuya dikkat çekmek için neden bu kadar değerli olduğunu göstermektedir.