Son birkaç on yılda gelişmiş ülkelerde kanser kaynaklı yaşam kayıpları genel olarak azalmıştır; fakat bu durum her kanser türü için geçerli değildir. Örneğin ABD'de, endometriyal kanser gibi rahim kanserlerinin en yaygın formundan kaynaklanan yaşam kaybı oranları son 20 yılda artış göstermiştir. Bu artış, özellikle hastalığın erken evrelerinde tanı ve tedavi yöntemlerinin geliştirilmesi yönünde önemli çabaların ortaya konmasına neden olmuştur.

Bununla birlikte, son yapılan araştırmalar, bazı erken evre endometriyal kanser hastalarının tedavi kararlarının yalnızca geleneksel klinikopatolojik özelliklere – örneğin, anatomik hastalık yayılımı veya patolojik derecelendirme gibi faktörlere – dayanması durumunda yetersiz tedavi aldıklarını ortaya koymaktadır. Hastalığın moleküler ve genomik özellikleri dikkate alınmadığında, optimal olmayan tedavi sonuçları ile karşılaşılmaktadır. Bu durum, daha bütüncül bir yaklaşımın ve moleküler detayların tedavi süreçlerine entegrasyonunun önemini vurgulamaktadır.

2021 yılında güncellenen uluslararası rehberler, adjuvan radyoterapi tedavi kararlarının moleküler sınıflandırmaları içermesi gerektiğini önermektedir. Bu, fayda sağlayabilecek hastaların daha iyi tanımlanmasına yardımcı olabilir.

Bu öneriyi destekleyen bir analiz 14 Mart 2024'te JAMA Oncology'de yayımlandı. Araştırma, örneğin, moleküler sınıflandırmaların, adjuvan radyoterapi için yarar sağlayabilecek ancak geleneksel klinikopatolojik özelliklere dayalı bir değerlendirme sonucunda bu tedaviyi almayan hastaların belirlenmesine yardımcı olduğunu bulmuştur. Araştırmacılar Dr. Otilia Ciobanu ve meslektaşları tarafından yazılan raporda, "Hassas genomik rehberlik olmadan, moleküler olarak agresif hastalık gözden kaçabilir," denilmektedir.

İlgili konu: Gen İmzası Nedir? Kanser Tedavi Yanıtını Tahmin Etmede Kullanılabilir mi?

Rehberlerdeki Ana Değişiklikler Nelerdir?

Son güncellenen rehberler, endometriyal kanserli hastaların daha kişiselleştirilmiş yönetimine yönelik bir çaba olarak moleküler sınıflandırmaları dahil etmek üzere güncellenmiştir.

PORTEC-1 ve PORTEC-2 klinik çalışmalarından elde edilen bulgulara dayanarak, güncellenen rehberler şunları önermektedir:

  1. DNA polimeraz-epsilon (POLE) mutasyonuna sahip tümörleri olan hastalar, daha olumlu bir prognoz (hastalık gidişatı) gösterdikleri için adjuvan radyoterapi almamalıdır.
  2. Belirgin bir moleküler profile sahip olmayan hastalar, ara bir prognoz gösterdiği için yalnızca vajinal brakiterapi (içten radyoterapi) almalıdır.
  3. p53-mutant tümörlere sahip hastalar – olumsuz bir prognoz gösteren TP53-mutasyonlu tümörlere bir gösterge olarak – pelvik dıştan klasik radyoterapisi almalıdır.

Tedavi Eksikliği veya Fazla Tedavi Ne Sıklıkla Meydana Gelir?

Güncel analiz, eşleşme tamir eksikliği olmayan evre I endometrioid endometriyal kanser tanısı almış 153 kadını içermekte ve belgelenen adjuvan radyoterapi rejimlerini moleküler sınıflandırmaya dayalı radyoterapi stratejileri ile karşılaştırmaktadır.

Kadınlar cerrahi rezeksiyon geçirmiş ve tümör örneklerini Kanser Genom Atlası'na sunmuşlardır, ancak radyoterapi kararları moleküler sınıflandıradan önce alınmıştır.

Genel olarak, moleküler sınıflandırmayı göz önünde bulunduran araştırmacılar;

  • 96 hastanın (%63) yetersiz tedavi gördüğü ve 16 hastanın (%10) fazla tedavi gördüğü sonucuna vardılar.
  • Yetersiz tedavi, genellikle evre IA ve düşük dereceli hastalığı olan hastalarda meydana gelmiş, fazla tedavi ise yüksek dereceli hastalığı olanlarda daha sık görülmüştür.

Daha spesifik olarak, belirgin bir moleküler profile sahip olmayan ve adjuvan radyoterapi almayan hastalar yetersiz tedavi edilmiş olarak kabul edilmiştir (%72, 97 hastanın 70'i). p53-mutant endometriyal kanseri olan ve pelvik dış radyoterapi almayan hastalar da yetersiz tedavi edilmiş olarak kabul edilmiştir (%90, 29 hastanın 26'sı).

Fazla tedavi açısından, DNA polimeraz-epsilon mutasyonlu tümöre sahip ve herhangi bir adjuvan radyoterapi alan hastalar fazla tedavi edilmiş olarak kabul edilmiştir (%37, 27 hastanın 10'u), ve belirgin bir moleküler profile sahip olmayıp pelvik dış radyoterapi alan hastalar fazla tedavi edilmiş olarak kabul edilmiştir (%6, 97 hastanın 6'sı).

Moleküler sınıflandırma kullanılması ayrıca, siyah hastaların daha agresif hastalığa sahip olma olasılığının daha yüksek olduğunu ortaya koymuştur. Örneğin, araştırmacılar p53-mutasyonlarının siyah hastalar arasında daha yaygın (%22) olduğunu bulmuşlardır. Ayrıca, çalışmadaki 25 siyah hastanın %72'si (25'in 18'i) yetersiz tedavi edilmiş olarak kabul edilmiştir.

Bu Araştırmadan Alınacak Dersler Nelerdir?

Bu yakın tarihli analiz, moleküler sınıflandırmanın geniş kapsamlı kullanımının, özellikle agresif seyirli kanser türlerinde tedavi sonuçları arasındaki farklılıkları azaltma potansiyeline sahip olduğunu vurgulamaktadır. Moleküler sınıflandırma, hastaların genetik özelliklerine dayanarak daha kişiselleştirilmiş tedavi yaklaşımlarını mümkün kılar, böylece her hastanın alması gereken en uygun tedaviyi belirlemeye yardımcı olur.

Araştırma, hassas genomik rehberlik olmaksızın, özellikle agresif moleküler özellikler taşıyan kanserlerin doğru bir şekilde tanımlanmasının zorlaşabileceğini ortaya koymaktadır. Genomik rehberlik, bu tür kanserlerin erken teşhis edilmesini ve daha etkili bir şekilde yönetilmesini sağlayarak, hastalar için sağkalım oranlarını ve yaşam kalitesini artırabilir.

Sonuç olarak, moleküler sınıflandırmanın tedavi süreçlerine entegrasyonu, onkoloji alanında tedavi adililiğini ve etkinliğini artırmada kritik bir rol oynayabilir. Bu, tıp pratiğinde daha başarılı sonuçlar elde etmek için genetik bilgilere dayalı daha bilinçli kararlar alınmasını sağlar.