
Bir Doktorun Tüm Bildiklerini Alt Üst Eden Bir Tümör Patlaması
Her doktor bir noktada hasta olur. Çoğu hekim için ciddi bir hastalık ve tedavi sücreci yaşamlarında derin bir dönüşüm yaratır: Alçakgönüllülük kazandırır, yeni bir bakış açısı kazanmalarını sağlar ve nihayetinde mesleklerini farklı bir bilinçle icra etmelerine neden olur.
İşte, kendi dilinden Dr. Rana L. Awdish'in hikayesi:
Ben yedi aylık hamileydim ve uzmanlık eğitimimin son günüydü. En iyi arkadaşımla bunu kutlamak için akşam yemeğine gittik. Yemek masasında aniden dayanılmaz bir karın ağrısı yaşadım ve acilen hastaneye gitmek zorunda kaldım. Henüz bilmiyordum, ancak karaciğerimde kanserli olmayan bir tümör bulunuyordu ve bu tümör yırtılmıştı.
Acil servise ulaştığımda, güvenlik görevlisi beni, hamile olduğum için, travma merkezine değil doğum servisine yönlendirdi. O an, ihtiyacım olan şeyin aslında birinci basamak travma merkezi olduğunu biliyordum. Ancak kendim için savunuculuk yapmadım. O hastanede doktor olmama rağmen, hasta olduğunuzda ne kadar hızlı bir şekilde kontrolü kaybedebildiğinizi fark ettim. Kriz anlarında, otorite figürlerinin dediklerine sorgusuz sualsiz itaat ediyorsunuz.
Doğum servisinde beni bir asistan doktor karşıladı. Ancak ultrason cihazını kullanmayı bilmiyordu. O an tıbbın içinde olup da kendine yer bulamayan birinin belirsizliğini gördüm.
Bana baktı ve şu kelimeleri söyledi:
"Açıkçası, bunları okumakta pek iyi değilim."
"Ben ultrason okuyabiliyorum," dedim.
Bebeğimin kalp atışı olmadığını kendim söylemek zorunda kaldım.
Asistan, "Bunu nerede gördüğnü bana gösterebilir misin?" diye sordu.
O an bir kez daha anladım ki, biz hastaları sadece öğrenme fırsatları olarak görüyoruz. Onların travmalarından faydalanmak için farklı bir perspektiften bakıyoruz.
O andan itibaren her şey kötüye gitti. Acil ameliyata alındım. Hemoglobin seviyem 3'tü. Trombositlerim 15'ti. Karaciğer enzimlerim on binleri bulmuştu. Refrakter hemorajik şoka ve çoklu organ yetmezliğine girdim.
Ancak bu ilk hastane yatışım son değildi. O gece yaşananlar, sayısız ameliyatı, yeniden hastaneye yatışları ve yoğun bakım ünitesi süreçlerini tetikledi. Ve benim eğitimim devam etti.
Sadece fiziksel iyileşme sürecini yaşamadım; aynı zamanda tıbbın ne olduğuna dair tüm algımı yeniden düşünmek zorunda kaldım.
Bizzat gördüm ki, biz hekimler acıyla yüzleşmeye hazır değiliz. Hastaları bilgisayar ekranında, verilerle düzenlenmiş hallerinde görmek kolay; ancak yatakta yatan hasta kaotiktir. Duygularla başa çıkmak zordur.
Ayrıca, kullandığımız dilin ne kadar önemli olduğunu fark ettim. Ameliyathanede anestezi uzmanının şu sözlerini duydum: "Hastayı kaybediyoruz, elden gidiyor."
Bir hekim olarak mantığını anladım. Ancak bir hasta olarak bunu duymanın nasıl yıkıcı olduğunu fark ettim. Biz doktorlar genellikle hastaların, söylediklerimizi kelimesi kelimesine nasıl önemsediğini fark etmiyoruz.
Bununla ilgili bir makale yazdım: Never-Words: Ciddi Hastalığı Olan Hastalara Ne Söylenmemeli?
Bunun için meslektaşlarımızla görüştük ve farklı bir dil kullanmanın hastalar üzerindeki etkisini tartıştık. Örneğin, "Artık yapacak bir şey yok" yerine, "Bu tedavi kanseri kontrol altına almakta etkili olmadı, ancak şikayetlerinizi iyileştirmek ve yaşam kalitenizi artırmak için hala seçeneklerimiz var" diyebiliriz.
Şu anki çalışmalarımın büyük bir kısmı, sadece şefkatli değil aynı zamanda verimli olan iletişim eğitimi üzerine. Hekimlerin en büyük korkularından biri, duygusal konuşmalara kapı açtıklarında bunun çok uzun süreceği ve işlerini yetiştiremeyecekleri. Ancak bu kesinlikle doğru değil.
Eğer duyguları kabul etmez, hastanın kaygısını ya da korkusunu önemsemezsek, hasta sürece daha az uyum sağlar. İnsanlar yüksek duygusal yoğunluk yaşadıklarında mantıklı düşünceleri dinleyemezler. Ancak basit bir şekilde, “Bunun ne kadar korkutucu olabileceğini hayal edebiliyorum” dediğinizde, hasta anlaşıldığını hisseder ve süreci daha sağlıklı bir şekilde sürdürebilir. Hekimlerin, bu tür iletişimin aslında zaman kaybı olmadığını anlamalarına yardımcı olmaya çalışıyorum.
Empatik iletişimin hasta bakımında ne kadar etkili olduğuna dair bilimsel kanıtlar var. Bu tür bir iletişim, hastaların tedaviye uyumunu artırıyor, acil servise geri dönme ihtiyacını azaltıyor ve kronik hastalıkların yönetimini iyileştiriyor.
Bu farkındalığı, ameliyatımı gerçekleştiren cerrahlardan birinden öğrendim. O dönemde kendi kaygımı fark etmiyordum. Ona pek çok teknik soru sordum: "Tamir için hangi materyali kullanacaksınız? Mesh mi yoksa allogreft mi? Hastanede çalıştığım için enfeksiyon riskini nasıl en aza indireceğiz?"
Bana döndü ve şöyle dedi: “Bana en çok neden korktuğunu söylemeni istiyorum.”
Duraksadım ve sonra itiraf ettim: “Ameliyattan sonra ostomi torbası ile çıkmaktan korkuyorum.”
Gözlerimin içine bakarak, “Bunun başına gelmesini ne kadar istemediğimi anlatamam. Bunu önlemek için elimden gelen her şeyi yapacağım.” dedi.
Bu basit soru ve cevaptan sonra, doktorların asıl görevinin hastalarının korkularını taşımak olduğunu anladım. Korkumun verilerle yenilemeyeceğini bilmiyordum. O ana kadar, “Doğru verilere sahip olursam kendimi daha iyi hissederim” diye düşünmüştüm. Ama hiçbir şey, cerrahın korkumu kabul etmesi ve onu benimle birlikte taşıması kadar rahatlatıcı olamazdı.
Duyguları Görmezden Gelmek Mantıklı Değil
Sağlık hizmetleri, doğası gereği son derece duygusal bir alan. Bunu görmezden gelip sadece tıbbi kararlarla süreci yönetmek mantıklı değil.
Hasta olarak geçirdiğim sürecin içinde beni iyileştiren şeylerden biri de, çevremdeki insanların gösterdiği empatiydi. İlk hastane yatışım sırasında, bir radyoloji teknisyeni kolumdaki hastane bileziğini gördü ve sordu: “Bebeğiniz mi oldu? Kız mı, erkek mi?”
O an bebeğimi kaybettiğimi söylemek zorunda kaldım. Teknisyen ve ben ağlayarak birbirimize sarıldık. Yanımızda taşıma görevlisi vardı ve gözleriyle olanları anlamaya çalışıyordu. O an, hayatımın gerçekliği ile yüzleşen bir başkasını görmek tarifsiz bir deneyimdi.
Odama geri dönerken taşıma görevlisi, “Başka testlere girecek misin?” diye sordu. Bunu beni taşımaktan kaçınmak için sorduğunu düşündüm. Ama daha sonra, bilgisayarlı tomografi (BT) çekimi için aşağı indiğimde tekrar oradaydı.
Radyolojiye vardığımızda, elindeki kağıtları teknisyene uzattı ve hafifçe, “Ona bebek hakkında soru sormayın” dedi.
Bu kişi, beni korumanın kendi sorumluluğu olduğunu anlamıştı. Ve sadece o da değil, hastanede kaldığım uzun aylar boyunca tüm taşıma ekibi bu kurala uydu. Eğer beni bir servise götürüyorlarsa, o servisteki kişileri önceden bilgilendirerek bana bebekle ilgili bir şey sormamalarını sağladılar. Bu, hayatımda hissettiğim en gerçek sevgi eylemlerinden biriydi.
Herkesin Rolü Daha Büyük
Sağlık ekibinde kim olursak olalım, önümüzdeki acıya duyarsız kalmamak gibi bir sorumluluğumuz var. Hepimizin, çalıştığımız alanın ötesinde bir amacı var.
25 yıl önce tıp fakültesine başladığımda bize öğretilen şey, duyguları hissetmememiz gerektiğiydi. Çünkü bu, sonraki hastalarla ilgilenmemizi zorlaştıracaktı. Klinikte nötr ve mesafeli kalmalıydık. Aksi halde, duygularımız klinik yargılarımızı köreltebilirdi. Bunun için de “aequanimitas” kavramını kullanıyorlardı: Klinik mesafe.
Buna inanmıyorum. Aslında bize bunu öğretenler, kendi duygusal kapasitelerini geliştirmemişlerdi ve tek bildikleri yol, duygulara hiç dokunmamaktı.
Ama tıp artık değişiyor. Eskisi gibi değil. Bizler, sağlık hizmetlerini kendi değerlerimizle ve yeni bir bilinçle yeniden şekillendirebiliriz.
Dr. Rana L. Awdish, bir göğüs hastalıkları ve yoğun bakım uzmanıdır, Detroit'teki Henry Ford Hastanesi'nde Pulmoner Hipertansiyon Programı'nın direktörü ve Henry Ford Health'te Bakım Deneyimi'nin tıbbi direktörüdür. "Şokta: Ölümden İyileşmeye Yolculuğum ve Umut'un Kurtarıcı Gücü" (In Shock: My Journey from Death to Recovery and the Redemptive Power of Hope) adlı anı kitabının yazarıdır.
1. By Rana Awdish, MD, as told to Sarah Yahr Tucker. A Doctor’s Tumor Rupture Upends All She Thought She Knew - Medscape - March 17, 2025.
2. Never-Words: What Not to Say to Patients With Serious Illness
Lee Adawi Awdish, Rana et al.
Mayo Clinic Proceedings, Volume 99, Issue 10, 1553 - 1557