
Genetiği değiştirilmiş organizma nedir? Gıdaları ve hayvanları neden ve nasıl değiştiriyorlar?
Genetiği değiştirilmiş organizma (GDO) nedir?
Genetiği değiştirilmiş organizma, DNA'sını genetik mühendislik kullanarak değiştiren her canlı için kullanılabilir. Bu bir bitki, hayvan (insanlar dahil) veya bakteri olabilir ve genellikle daha büyük bir meyve veya kuraklığa direnç kazanmak gibi arzu edilen bir özelliği kazandırmak için yapılır. Bu genetiği değiştirilmiş organizmalar genellikle kısaca GDO'lar olarak adlandırılır.
Bitki ve hayvan DNA'sına belirli özellikler için gen eklemenin veya çıkarmanın yeni yolları aranmaya ve bulunmaya devam ediyor. Bir başka deyişle genetik mühendisliği ve biyoteknoloji, yediğimiz yemeği ve yaşadığımız dünyayı değiştiriyor.
Michigan Eyalet Üniversitesi'ndeki bir bitki biyokimyacısı olan Della Penna, genetik olarak işlenmiş yiyeceklerin, tarım ve sağlıkta ilerleme dalgasının anahtarı olduğuna inanıyor ve bu potansiyeli şöyle anlatıyor: "Genetik mühendisliği yöntemleri ile alerjensiz buğday, soya ve yer fıstığı; aşılanmış muzlar üretebilir; çeşitli hastalıkların riskini taşıyan kişiler için gıdalara tedavi edici bileşenlerle yüklü bitkisel yağlar ekleyebilirsiniz."
DellaPenna ve diğerleri, bu yeni biyoteknoloji ürünlerinde büyük bir potansiyel görürken, bazıları belirsizlik ve hatta tehlike görüyor.
Genetiği değiştirilmiş organizma (GDO) girişimlerini eleştirenler, genetik olarak işlenmiş ürünlerin etkilerinin tam olarak anlaşılmadan piyasaya sürülmesinden korkuyor. Bu konudaki kaygılar, insan tüketimi için onaylanmayan, genetiği değiştirilmiş mısırlı taco kabukları hakkında çıkan raporlar ile yeniden gündem konusu oldu.
Kuzey Amerika ve Avrupa'da, genetiği değiştirilmiş gıda mahsullerinin değeri ve etkisi yoğun tartışmalara konu olmuştur.
Genetiği değiştirilmiş yiyecekler nelerdir ve onları kim yiyor? Faydaları ve riskleri hakkında ne biliyoruz? Genetik mühendisliği yapılan tesislerin çevre ve dünyadaki tarımsal uygulamalar üzerindeki etkileri neler olabilir? Dünya'nın gelişen nüfusunun sağlığını beslemeye ve korumaya yardımcı olabilirler mi?
Soru: Kim biyoteknolojik yiyecekleri yiyor?
Cevap: Büyük bir ihtimalle, hepimiz.
Amerika Birleşik Devletleri'ndeki çoğu insan, 1990'ların ortasından beri genetik olarak işlenmiş yiyecekler yediklerinin farkında değil. ABD süpermarket raflarında, pizza, cips, kurabiye, dondurma, salata sosu, mısır şurubu ve kabartma tozu dahil olmak üzere, işlenmiş gıdaların yüzde 60'ından fazlası, genetiği değiştirilmiş soya fasulyesi, mısır ve kanola içerir.
Geçtiğimiz on yılda, bu işlenmiş gıdalara giren genetiği değiştirilmiş gıda üreten ülkeler arasına Güney Afrika, Avustralya, Almanya, İspanya, Arjantin, Kanada ve Çin dahil 13 ülke girdi. Genetiği değiştirilmiş gıda bu 13 ülkede 130 milyon dönüm (52.6 milyon hektar) alanda ekilen büyük miktarda ürüne sıçradı. ABD tarım arazilerinde genetiği değiştirilmiş mahsullerle ekilen alan sayısı 1996 yılında 3,6 milyon dönüm iken (1,5 milyon hektar) 2001 yılında 88,2 milyon dönüm (35,7 milyon hektar) seviyesine yani 25 katına yükseldi.
Soru: Ne zamandan beri yiyeceklerimizin genetiğini değiştiriyoruz?
Cevap: Sanıldığından daha uzun.
Genetik modifikasyon yeni değildir. İnsanlar yüzyıllardır bitkilerin genetik yapısını değiştiriyor, onları daha tatlı hale getirmek, daha fazla sayıda elde etmek ve saklama süresini uzatmak için uzun yıllar saklıyorlar ve gelecek yıllarda yeniden ekiyorlar. Bu şekilde yabani domates Lycopersicon'u, küçük susuz boyutundan dev sulu haline dönüştürdük. Teosinte adı verilen ve bir santim uzunluğunda "kulaklı" bir ot bitkisinden, ayak boyu (0,3 metre uzunluğunda) tatlı beyaz ve sarı mısır kulakları haline getirdik. Son birkaç on yılda, bitki yetiştiricileri daha yüksek tane verimi olan buğday ve pirinç çeşitleri üretmek için geleneksel teknikleri kullandılar. Ayrıca ışınlama ve mutajenik kimyasallar kullanarak yüzlerce yeni ürün çeşidi oluşturdular.
Ancak yeni genetik mühendisliğinin tekniği geleneksel yetiştiricilikten oldukça farklı. Geleneksel yetiştiriciler benzer gen yapıları arasında on binlerce gen aktarımı yapar. Buna karşılık, günümüz genetik mühendisleri, akrabalığı olmayan türler arasında birkaç gen aktarır.
Genetik mühendisleri, hemen hemen her canlı organizmadan istenen bir geni alıp onu başka herhangi bir organizmaya yerleştirebilir. Marulu vitamin C yönünden zenginleştiren geni ekleyebilir veya cecropia bitkisinden elma, armut ve ayva gibi meyvelere ateş yanığından (bakterilerin sebep olduğu bozulma) korumak için gen aktarabilir. Amaç aynıdır: istenen bir özelliği onu taşıyan bir organizmadan, özelliği olmayan bir organizmaya eklemek. Eğer elma bitkisi içine yerleştirilen gen, bu bakteriye karşı direnç sağlarsa, elma yetiştiricilerinin yılda milyonlarca lira tasarruf etmesine yardımcı olabilir.
Bilim adamları, genlerin türler arasında transfer edilerek ürettikleri organizmaları transgenik olarak adlandırmaktadır. Piyasada hali hazırda birkaç düzine transgenik gıda ürünü bulunmaktadır; bunların arasında çeşitli mısırlar, kabak, kanola, soya fasulyesi ve pamuk çeşitleri bulunmaktadır. Bu mahsullerin çoğu, çiftçilerin yüzyıllardır olan tarım problemlerine yardımcı olmak için tasarlanmıştır: yabani otlar, böcekler ve hastalıklar.
Çiftçiler yabani otları öldürmek için herbisit püskürtüyorlar. Biyoteknolojik ürünler, hemen hemen her tür bitkiyi öldüren kimyasallara dayanabilen özel tolerans genleri taşıyabilir. Bazı biyoteknoloji çeşitleri, gen aktarımı sayesinde yaygın bir bakteri olan Bacillus thuringiensis’ten (BT) alınan bir geni kullanarak kendi böcek ilacını yaptı.
Diğer gıda bitkileri - örneğin kabak ve papaya - hastalıklara karşı dirençli olması için genetik olarak değiştirildi. Son zamanlarda bilim adamları patatesleri deniyor. Mahsulleri yanık mantarlarından korumak için genlerini arı ve güvelerle değiştiriyor ve üzümleri böceklerin yaydığı Pierce hastalığına dirençli hale getirmek için ipekböceği genleriyle üzüm bağları yapıyorlar.
Yeni genetik mühendisliği aracılığı ile bilim insanları transgenik hayvanlar yarattı. Atlantik somonu kış aylarında daha yavaş büyür, ancak diğer balıklardan elde edilen modifiye büyüme hormonu genleri ile "harmanlanmış" somon balığı normal zamanın yarısında pazar büyüklüğüne ulaşır. Bilim adamları ayrıca, ineklerin ve koyunların içine gen eklemek için biyoteknolojiyi kullanıyor, böylece hayvanların sütlerinde istenilen bir bileşik üretilebilecek. Bu transgenik hayvanların hiçbiri henüz pazara girmedi.
Soru: Biyoteknolojik besinler insanlar için güvenli midir?
Cevap: Evet, bildiğimiz kadarıyla.
Gıda tedarikimizin her yerinde riskler var. Her yıl yaklaşık yüz kişi yer fıstığı alerjisinden ölüyor. Genetiği değiştirilmiş gıdalara sıkı testler yaparak riskleri minimize ediyoruz.
Biyoteknoloji ürünlerinin önde gelen geliştiricisi Monsanto'nun sözcüsü Eric Sachs'a göre: "Transgenik ürünler, yediğimiz diğer gıdalara göre daha fazla testten geçiyor. Potansiyel toksinler ve alerjenleri araştırıyoruz. Transgenik bitkilerin büyük ölçüde geleneksel bitkilere eşdeğer protein besin değeri içerip içermediğine bakıyoruz."
ABD'de 3 federal firma genetiği değiştirilmiş mahsulleri ve yiyecekleri düzenliyor - ABD Tarım Bakanlığı (USDA), Çevre Koruma Ajansı (EPA) ve Gıda ve İlaç İdaresi (FDA). FDA, şirketler tarafından gönüllü olarak sunulan alerjenler, toksisite ve besin düzeyleri hakkındaki verileri gözden geçirir. Testler, yeni gıdaların geleneksel gıdalarla büyük ölçüde eşdeğer olmadığını gösteriyorsa, gıdalar daha ileri testlerden geçmelidir. Geçen yıl ajans, tasarlanan gıdaların incelemesini sıkılaştırmayı teklif ederek, güvenlik değerlendirmelerini gönüllü olmak yerine zorunlu hale getirdi.
1990'lı yılların ortalarında bir biyoteknoloji şirketi, Brezilya cevizinden soyaya bir gen sokmak için bir proje başlattı. Seçilen Brezilya fıstığı geni, esansiyel amino asit açısından zengin bir protein yapar. Amaç, hayvan yemlerinde kullanılmak üzere daha besleyici bir soya fasulyesi oluşturmaktı. Brezilya fıstığının bir alerjen içerdiği bilindiğinden, şirket ayrıca ürünü insanlarda oluşacak reaksiyon için test etti. Transgenik soya fasulyesinin yanlışlıkla insan gıdasına girebileceğini düşündü. Testler insanların modifiye soya fasulyesine tepki vereceğini gösterdiğinde, proje terk edildi.
Bazılarına göre bu, genetiği değiştirilmiş gıdaların test sisteminin çalıştığının kanıtıydı. Ancak bazı bilim adamları ve tüketici grupları için, alerjenlere karşı olan korkuyu daha da artırdı ve gıda güvensizliğine neden oldu. Bilim adamları, Brezilya cevizindeki gibi bazı proteinlerin insanlarda alerjik reaksiyonlara neden olabileceğini ve bu alerjenik proteinleri nasıl test edeceklerini biliyorlar. Ancak, alerjenik özelliklere sahip yeni bir proteinin, geleneksel yöntemlerle üretilen bir gıdada olması ve tespit edilememesi olasılığı var.
Bu yiyeceklerin sağlığa etkileri konusundaki tartışmada genellikle göz ardı edilen olası bir sağlık yararı olabilir. Bazı koşullar altında, genetik olarak böcek direncine sahip olarak tasarlanan mısır, insan ve hayvan tüketimi için güvenliliği artırabilir. Böceklerden zarar gören mısır, yüksek oranda fumonisin (böceklerin sırtında taşınan ve mısırın zarar görmüş kısmında yetişen mantarların yaptığı toksinler) içerir. Laboratuar testleri fumonisinleri hayvanlarda kanserle ilişkilendirmiştir ve potansiyel olarak insanlarda kansere neden olabileceği sonucuna varmıştır. Örneğin, Güney Afrika, Çin ve İtalya'nın bazı bölgelerinde çok miktarda mısır tüketen insanlar arasında, bilim adamlarının fumonisinler ile ilişkilendirdiği yüksek oranda özofagus (yemek borusu) kanseri vardır. Araştırmalar, çoğu biyoteknolojik (genetiği değiştirilmiş olan) mısırın, böceklerden zarar görmüş geleneksel mısırlardan daha düşük fumonisin seviyelerine sahip olduğunu göstermektedir.
Peki genetiği değiştirilmiş yiyecekler etiketlenmeli midir? New York Üniversitesi'nde Beslenme ve Gıda Araştırmaları Bölümü başkanı Profesör Marion Nestle, tüketicilerin bilme ve seçme hakkına sahip olduğuna inandığını söylüyor. Bununla birlikte, şu anda ABD'de işlenmiş hiçbir yiyecek, etiket taşımamaktadır, çünkü FDA bunların hiçbirini geleneksel olanlardan büyük ölçüde farklı bulmamıştır.
Soru: Biyoteknolojik gıdalar çevreye zarar verebilir mi?
Cevap: Kime sorduğunuza bağlı.
Çoğu bilim insanı hemfikirdir: Biyoteknoloji ürünlerinin temel güvenlik sorunu insanlar değil, çevre ile ilgilidir. Ohio State Üniversitesi'nden bir bitki ekoloğu olan Allison Snow, "Gerçek uzun dönem verilerimize bakmadan önce, GDO'nın torbadan çıkmasına izin verdik ve şimdi geri çağıramıyoruz" diyor.
Biyoteknoloji mahsullerinin savunucuları, bitkileri, yeraltı sularını kirleten ve vahşi doğaya zarar veren pestisitlere, çevre dostu bir alternatif sunduklarını savunuyor. Genetiği değiştirilmiş organizmaların kullanılması, pamuk ekinlerine uygulanan pestisit miktarını önemli ölçüde azaltmıştır.
Bu genetiği değişmiş bitkilerin - hedef dışı organizmalar - onları ziyaret eden canlılar üzerindeki etkisi ne olabilir? Yerli böcek ilaçlarının vahşi hayata zarar verebileceği konusundaki endişeler 1999 yılında genetiği değiştirilmiş mısır poleninin kral kelebek tırtıllarına zarar verdiğini öne süren bir çalışma raporuyla çürütülmüştür.
Kral tırtıllar mısır poleni ile beslenmezler, ancak genellikle mısır tarlalarının içinde ve çevresinde yetişen süt otu bitkisinin yapraklarıyla beslenirler. Cornell Üniversitesi'ndeki entomologlar, laboratuvarda genetiği değiştirilmiş mısır poleninin, süt otu yapraklarının üzerine toz aktardığını ve yaprakları yiyen bazı kral tırtılların bodur kaldığını veya öldüğünü gösterdi. Bazı çevresel aktivistler için bu, genetik olarak işlenmiş mahsullerin yaban hayatı için tehlikeli olduğunun doğrulanmasıydı.
Tarımsal Araştırma Hizmeti'nden bir entomolog olan Rick Hellmich, biyoteknoloji ürünlerinin bu etkiden sorumlu olmayabileceğini savunuyor ve tırtılların tarladaki böcekleri öldüren diğer kimyasal böcek ilaçlarına maruz kaldıklarını da vurguluyor.
Birçok ekolojist, biyoteknolojik mahsulün en zarar verici çevresel etkisinin doğal olmayan gen akışı olabileceğine inanıyor. Genetiği değiştirilmiş bitkiler zararlı yabani otların oluşmasına neden olabilir mi? Böceklere, hastalığa veya sert koşullara direnç sağlayan transgenler yabani otların hızlı bir şekilde büyümesine izin vererek rekabetçi bir avantaj sağlayabilir mi?
Polenler rüzgar, arılar ve diğer tozlayıcılarla taşındığında, genler bitkilerden yabancı otlara aktarılıyor. Transgenlerin yakınındaki bitkilere sıçrayacağına hiç şüphe yok. Bununla birlikte doğal gen akışı, genellikle sadece yakın ilişkili türler arasında gerçekleştiğinden, gen akışının sorunlu yabani otlar yaratması muhtemel değildir.
Riskler göz önüne alındığında, birçok ekolojist, testlerin kapsamını ve katılığını arttırması gerektiğine ve hükümetlerin çevresel etkileri daha iyi ele almak için düzenleyici rejimlerini güçlendirmeleri gerektiğine inanıyor. Her transgenik organizma, beraberinde farklı potansiyel riskler ve faydalar getiriyor. Fakat şu anda biyoteknoloji araştırma parasının yalnızca yüzde biri risk değerlendirmesine gidiyor.
Soru: Biyoteknolojik yiyecekler dünya genelinde insanları beslemeye yardımcı olabilir mi? Açlık sorununu çözebilir mi?
Cevap: Üstesinden gelinmesi gereken engeller var.
"Bu gezegende 800 milyon insan yetersiz besleniyor" diyor bir tarım bilimci olan Hindistan yerlisi Channapatna Prakash.
Prakash ve diğer birçok bilim insanının genetik mühendisliği, yiyecek kıtlığı ve açlığın acil sorunlarını çözmede yardımcı olabilir. Mahsul verimliliğini artırabilir, hastalıklara dirençli ürün çeşitleri sunabilir. Kuraklık koşulları, tükenmiş topraklar, aşırı tuz veya yüksek seviyelerde alüminyum ve demirden kaynaklanan topraklar nedeniyle tarımı desteklemeyecek topraklarda bile mahsul yetiştirme imkanı sağlayabilir.
Bazı genetik mühendisliği eleştirmenleri, açlığın ve yetersiz beslenmenin çözümünün mevcut gıda kaynaklarının adaletli dağıtılmasında yattığını savunuyor. Prakash dünyada yeterince yiyecek olduğunu kabul ediyor. "Ancak yeniden adaletli bir dağıtım gerçekleşmeyecek" diyor. "Biyoteknolojiyi siyasi gerekçelerle protesto etmek, büyük şirketlerin gücünden korkulduğu için hayal kırıklığı olur diyor."
İnsanlar bu teknolojiden sadece büyük şirketlerin kar elde ettiğini söylüyor. Şirketlerin karlı mahsullerin üretimini için geliştirdikleri bilgi, gelişmekte olan ülkelerin yardımına yetişiyor.
Prakash biyoteknolojik ürünlerin dünyadaki açlığa deva olmadığını söylüyor. Örneğin beyaz pirinç konusunu ele alalım. Çok az demir içerir ve neredeyse hiç A vitamini yok. 1999 yılında İsviçre Federal Teknoloji Enstitüsü'nden Ingo Potrykus liderliğindeki bir bilim adamı ekibi ve Almanya Freiburg Üniversitesi'nden Peter Beyer yeni bir atılım yaptı: Pirinç bitkilerine iki nergis genini aktardı ve A vitaminin yapısında olan beta-karoteni üretmesini sağlayan bir bakteri genini tanıttı. Beta karoten eklenmiş bu pirince "Altın Pirinç" adı verildi.
Dünya Sağlık Örgütü'ne göre, dünyadaki 100 milyon ila 140 milyon çocuk A vitamini eksikliğinden muzdarip, bu eksiklik nedeniyle her yıl yaklaşık 500.000 kişi kör oluyor ve bu çocukların yarısı görme yetisini kaybettiği yıl içinde ölüyor. Buna paralel olarak Marion Nestle "Yalnız altın pirinç yemek, A vitamini eksikliğini büyük ölçüde azaltmaz" diyor. "Zaten insanlar sebze ve meyveden yetersiz beslendiğinde beta-karoten A vitaminine dönüştürülmüyor."
Beyer'in haberine göre, altın pirinç dağıtımdan en az dört yıl uzakta. Muhalif grupların saha denemeleri ve güvenlik çalışmaları için bu süre daha uzun sürebilir.
Soru: Sırada ne var?
Cevap: Dikkatli hareket edin.
Biyoteknolojik gıdaların dünyadaki açlığı yok etme ve hayatları kurtarma vaatlerinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini hep birlikte göreceğiz. Potansiyelleri çok büyük, ancak yine de risk taşıyorlar. Olabilecek hataları veya kazaları tahmin edemediğimiz şekillerde ödeyebiliriz. Fakat en büyük hata, onları körü körüne desteklemek veya reddetmek olacaktır. Genetiği değiştirilmiş ürünlerin nasıl, ne kadar ve niçin yapıldıklarını iyi analiz edip tartmalıyız. Onları geniş çerçevede düzgün bir şekilde test edersek yararına karşı zararını tartışabiliriz.
Jennifer Ackerman.
Food: How Altered?
https://www.nationalgeographic.com/environment/global-warming/food-how-altered/ -