Depresyon, dünya çapında 3oo milyondan fazla kişiyi etkileyen ve tüm hastalıklar - bedensel ve ruhsal - içinde en fazla işlevsellik kaybına neden olan ruhsal bir bozukluktur. Toplumda % 5 olan depresyon oranları kanser hastalarında %15-20’ye hatta, ileri evre hastalarımızda %25-30’a yükselmektedir. Bu yazımızda, neredeyse her 4-5 hastamızdan birinin deneyimlediği, tedavi sürecine ve sonucuna olumsuz etkileri olan ve hastalarımızın yaşam kaliteleriyle düşüren depresyon diğer adıyla depresif bozukluğa değinilecektir.

Depresyon nedir?

Hepimiz karşı karşıya kaldığımız yaşam olaylarının da etkisiyle zaman zaman kendimizi üzgün, çaresiz ya da yılgın hissederiz. Bazen sorun ortadan kalkar ve her şey normale döner, bazen ise biz yeni koşullara uyum sağlar ve bu duygularla baş edebilir oluruz. Bundan önceki iki yazımızda, kanser hastalığında da geniş bir yelpazede deneyimlenebilecek birçok duygu olduğuna değinmiştik. Fakat söz konusu depresyon olduğunda yaşanılanlar bir süre kendini kötü hissetmekten çok daha ötesidir. Tanılandırma sistemleri depresyonu, en az iki hafta boyunca süregiden, şiddeti ve yoğunluğu itibariyle de kişilerin hayatını ve işlevselliğini bozan bir belirtiler kümesi olarak tanımlar.

Depresyon belirtileri nelerdir?

  1. Çökkün, mutsuz, kederli ya da sıkıntılı, gergin ve sinirli hissetme
  2. Eskiden keyif aldığı şeylerden keyif alamama, yapmak istememe, motivasyonda azalma
  3. Yorgunluk, halsizlik
  4. Uyku bozuklukları (Uykuya dalmada güçlük olabileceği gibi, bölük bölük uyuma ya da hiç istemediği halde erkenden uyanarak bir daha uykuya dalamama da yaşanabilir. Bazen tam tersi şekilde uyku süresinde artma olur. Normalde 7 saat uyku yetiyorken, çok daha uzun süreler uyuma, ancak buna rağmen halen uykulu hissetme gözlenebilir.) 
  5. İştah değişiklikleri (çoğu zaman iştahta kapanma ve kilo kaybı, zaman zaman ise belirgin iştah artışı)
  6. Dikkat konsantrasyon sorunları, unutkanlıklar
  7. Özgüvende azalma
  8. Karamsarlık, umutsuzluk, değersizlik, yetersizlik, beceriksizlik hisleri ve suçluluk duyguları
  9. Hayatın anlamsızlaşması, ölüm düşünceleri ve hatta özkıyım (intihar) girişimleri

Yukarıda saydığımız belirtilerden;

  • İlk üç belirtiden bir ya da ikisi kesinlikle olacak şekilde diğer belirtilerin herhangi 4-5’ine sahipseniz*, 
  • Bu belirtiler en az iki haftadır süregidiyorsa,
  • Belirtiler bedensel bir hastalığın direkt etkisiyle oluşmuyorsa, (Örneğin az çalışan tiroid bezi - hipotiroidi - de depresyon belirtilerini taklit eder, ancak bu durumda tanıya depresyon denmez, bu sebeple tanıyı netleştirmeden önce bir takım tan testleri yapılır)
  • Belirtiler herhangi bir yasadışı madde ya da alkol kullanımının direk etkilerine bağlı değilse,
  • Tüm bu belirtiler sizin işlevselliğinizi bozuyor ise, (örneğin, öz bakımınız azalıyor, kişisel sorumluluklarınızı yerine getiremiyorsanız) tanı DEPRESYONDUR.

* Amerikan tanılandırma sistemi ilk iki belirtiden biri kesin olacak şekilde 9 belirtiden 5 ini şart kılarken, Avrupa tanılandırma sistemi ilk üç belirtiden ikisi olacak şekilde toplamda en az 4 belirtiyi şart kılmaktadır. Bu sebeple psikiyatri hekimleri belirti sayısına bakmaktan ziyade, hastanın kişisel klinik durumu ayrıntılarıyla inceleyerek tanı koymaktadırlar. . .

Kanserde depresyon neden olur biyolojik psikososyal kişisel  faktörler

Kanserde depresyon

Kanser hastalığında depresyon tanısı koymak güçtür. Çünkü iştah azalması ve kilo kaybı, halsizlik ve yorgunluk, uykusuzluk, dikkat ve konsantrasyon sorunları, çoğu zaman kanser hastalığının ya da tedavilerin etkisiyle de ortaya çıkabilmektedir. Bu belirtilerin neden oluştuğunu ayırt edemezsek her mutsuz hastamıza depresyon dememiz kaçınılmaz olur ki bu yanlıştır. Bu nedenle yapılan bilimsel çalışmalar kanser hastalarında depresyon tanısı koyarken, karamsarlık, umutsuzluk, yetersizlik, suçluluk, özgüvende azalma, bakımverenlere muhtaciyet hisleri gibi öğelerin daha belirleyici olabileceğini vurgulamaktadır. Yine tedaviyi geciktirme, tam uyum göstermeme, tedaviyi toptan reddetme de depresyonu düşündürtmesi gereken önemli durumlardır.

Benzer şekilde depresyonda, başta baş ağrıları olmak üzere ağrılar, mide barsak şikayetleri gibi birçok bedensel şikayet yaşanabilir. Baş, boyun, sırt ağrıları, midede yanma, bulantı hisleri, barsak düzeni değişiklikleri, vücudun çeşitli yerlerini dolaşan, batma, yanma, iğnelenme hisleri, baş dönmesi, sersemlik halleri eşlik edebilir. Bu noktadan bakıldığında bedensel hastalığı olan kişilerin depresyonunun ayırt edilmesi uzmanlık gerektiren bir konudur.

Kanserde depresyon neden olur?

Genel olarak depresyon, insan beyninde duygusal durumumuz, motivasyonumuz, uyku, iştah ve dikkat gibi işlevlerimizden sorumlu beyin alanlarında birtakım kimyasalların eksikliğinden, dengesizliğinden kaynaklanır. Bu beyinde kimyasal dengesizlik, tek bir nedene bağlı olarak ortaya çıkmaz. Çoğu zaman birçok etkinin birlikteliğinden doğar. Bu kimyasal değişikliğe neden olup depresyon belirtilerine sebep olan faktörler şunlardır.

Biyolojik faktörler

Aşağıda belirtilen biyolojik faktörlerin, bazı hastalarımızı depresyona yatkın hale getirdiği ya da direkt depresyona sebep olduğu bilimsel çalışmalarla gösterilmiştir.

  • Kanserin yeri: Baş-boyun, pankreas, akciğer, meme kanseri ve beyin tümörü olan hastalarda depresyon daha sık gözlenmektedir.
  • Kanserin evresi: İleri dönem kanserlerde depresyon oranlarının %35 ‘i bulabildiği gözlenmiştir.
  • Bazı ilaçların direk depresyon oluşturucu etkisi: Kortikosteroid, Prokarbazin, L-asparaginaz, Vinkristie, Vinblastin, Interferon-alfa, Interleukin 2, Dosetaksel, Paklitaksel, Ampfotericin B, uzun süreli yüksek doz opioid ağrı kesici kullanımı
  • Bazı tedavilerin yan etkileri: Kırmızı kan hücrelerindeki belirgin düşüklük (kansızlık), hormonal dengesizlikler (örneğin hipotiroidi, böbrek üstü bezi yetmezliği)
  • Uzun süreli yetersiz ve dengesiz beslenme ya da bulantı, kusma sonucu – eğer yerine konulmamışsa – vitamin eksiklikleri (örneğin: Folik asit, vitamin B ve D vitamin eksiklikleri) ve mineral düzensizlikleri (kalsiyum, sodyum ve potasyum tuzları anormallikleri)
  • Ağrı kesicilere cevap vermeyen ağrılar ve uzun sureli uyku düzensizlikleri kişileri depresyona yatkın hale getirebilir.
  • Yandaş hastalıkların varlığı (şeker hastalığı, felç geçirmiş olma ve benzeri kronik/süregen hastalıklar)

Psikososyal faktörler

Birçok psikolojik ve sosyal faktör de uzun dönemde beyin kimyasallarında değişikliğe sebep olarak depresyon ortaya çıkarabilir. Depresyonu tetikleyen başlıca etkenler,

  • Tanı konulması, yaşam kaybı korkusu, varoluşsal çatışmalar
  • Kanserin ileri evre ya da son dönem olduğunun öğrenilmesi
  • Tedaviye cevap alınamaması ya da yineleme yaşanması
  • Kişinin sosyal hayattaki kimlik ve rollerinin değişimi, finansal güçlükler, hukuki zorluklar
  • Yetersiz sosyal destek sistemi
  • Gerek kanser gerekse tedavileri sonucu fiziksel görünüşte yaşanan değişiklikler ile beden algısının değişmesi, özgüven kaybı, sosyal ve cinsel yaşamın etkilenmesi (meme cerrahisi, baş, boyun yüz cerrahisi, cinsel organlar ile ilgili cerrahiler, radyoterapi sekelleri)
  • Geleceğin belirsizliği ve kontrol edilemezliği

Kişisel faktörler

Kişisel faktörler, hangi ruhsal hastalığın, kimde, hangi şiddette ortaya çıkacağını önemli ölçüde etkilemektedir. Yaş, cinsiyet, eğitim durumu, medeni durum, çocuk sahibi olup olmaması, mesleği, geçmişindeki kayıplar, aile öyküsündeki kanserler, geçmişte ruhsal hastalık geçirip geçirmediği, kişilik ve baş etme özellikleri, bağlanma şekilleri, sosyal destekleri ve inanç sistemleri kişisel faktörlerden en önemlileridir. Genç olma, bazı kanser türleri için evli olmama, doğurganlığı etkileyebilecek hastalık ve tedavilerde, çocuk sahibi olup olmama, eve ekmek getiren kişi ise çalışamayacak olma, geçmişte depresyon geçirmiş olma gibi birçok etken kişiyi depresyona yatkınlaştırabilir...

Kanserde depresyonu tanımak neden önemli

Kanserde depresyonu tanımak neden önemli?

“Üzüntü keder bu hastalığın doğasında var, ne yapalım kabullenip gideceğiz” demek olgunca bir kabulleniş sayılabilir ancak yukarıda açıklanan belirtilerin fark edilmemesi, depresyon tanısı konulup tedavi edilmemesi nelere sebep olabilir?

  • Gözden kaçan ciddi bir depresyon özkıyım düşüncelerine ve girişimlerine sebep olabilir. Yapılan çalışmalar özellikle tanı konulmasından sonraki 3-5 aylık süreçte özkıyım riskinin diğer zamanlara gore daha yüksek olduğunu ortaya koymaktadır. Genel olarak da kanser hastalarının özkıyım oranları, genel toplum özkıyım oranının iki katıdır.
  • Yaşam kalitesini azaltır. Yaşamak sadece bedensel fonksiyonlarımızın sürmesi olarak düşünülemez. Yaşamak nefes alıp vermenin yanı sıra, ruhsal ihtiyaçların da karşılanması ve tatmini demektir. Sosyal bir varlık olarak sevdiklerimizle iletişimimizi sürdürebilme, ailede sosyal rolleri ve gerekliliklerini yerine getirebilme, cinsel yaşamı sürdürebilme, iş yaşamının içinde olabilme, bir şeyi arzu etme, yediğinden zevk alabilme, emek ve enerji harcayabilme, üretebilme, elde etme, hayallerini gerçekleştirme, kazanç sağlama, dilediğince harcama, inançlarının gereğini yerine getirebilme... Yaşama anlamlı katan ve belki burada sayamadığımız onlarca şeyi yapabiliyor olmak kaliteli yaşam kavramını tarif eder. Ne yazık ki, kansere ve tedavilerine bağlı kalitesi azalan yaşama bir de depresyon eklenince yukarıdaki unsurlardan olumsuz yönde değişir ve yaşam kalitesi daha da düşer. 
  • Tedavi ile ilgili karar vermede güçlük, fayda etme ihtimali oldukça yüksek olan, önerilen tedavileri reddetmeye yatkınlık
  • Tedavilere uyum sağlamada güçlük, tedavileri yarıda bırakmaya eğilim, almış olduğu tedaviden, hizmetten ya da yakınlarının bakımdan tatminsizlik
  • Sebebi saptanamayan bedensel yakınmalarda ve şiddetinde artış; ağrı, yanma, keçeleşme, bulantı, mide barsak değişiklikleri
  • Bu yakınmaları saptamak için istenen tetkiklerde ve gidermek için kullanılan ilaç miktarında artış
  • Öz bakım ve hayatı yönetme becerilerinde azalma, motivasyon güçlükleri (sigarayı bırakmama, önerilen egzersizleri yapmama, diyetine dikkat etmeme)
  • Bakım veren depresyonunda artış
  • Yukarıda belirtilen sebeplerin de etkisiyle, tedavi başarısında düşme, sağkalım oranlarında azalma..
Kanser hastalarında depresyon tedavisi

Kanser hastalarında depresyon tedavisi

Depresyon çok yaygın görülmesine rağmen hastaların yarıdan azı hatta bazı bölgelerde sadece %10'u psikolojik/psikiyatrik tedaviye ulaşabilmektedir. Bu durum, depresyon belirtilerinin tanınmasındaki, fark edilmesindeki azlık, yardım istemeyi yetersizlik olarak görme eğilimi, “ruh hastası” şeklinde damgalanma korkusu nedeniyle yardım almak istememe ya da yeterli eğitimi almış doktor ya da psikologların bulunmamasından kaynaklanabilir. Oysa tedavide iş birliği yapan depresyon hastalarda tedavinin başarısı hemen hemen kural gibidir. Hastalar tedaviye yüksek oranda yanıt verir.

Kanser hastalığı depresyonunda belirtileri fark etmek birinci basamaktır. Akabinde depresif belirtilere neden olan unsurların araştırılması gelir. Bu depresif şikayetler nerelerden köken almaktadır? Kanser hastalığının direkt etkisiyle mi, verilen tedavilerin yan etkisi olarak mı oluşmuştur? Gerçekleşmiş ve gerçekleşmesi olası kayıpların yasının tutulamaması mı, sosyal rollerdeki değişme mi ya da maddi sıkıntılar mı sebeptir? Her kişinin ruhsal sıkıntılar yaşamasına sebep olacak durumlar farklıdır. Bu nedenledir ki her tedavi şekli kişiye özel planlanmalıdır.

Hafif depresyonlarda psikiyatrik ilaç tedavileri çoğu zaman öncelikli tercih olmamaktadır. Bunu birincil sebebi hafif depresyonlarda ilaç etkinliğinin, orta ve ağır depresyonlara göre oldukça az olmasından kaynaklanır. Hafif depresyonlarda;

  1. Kişinin ve ailesine, kanser süreci ve yaşanabilecek durumlar ile bunların yönetimi açısından psikoeğitimler verilebilmektedir. Hastalığı ve yan etkilerin öz yönetiminin sağlanabilmesi için hem ruh sağlığı profesyonelleri hem de hemşireler tarafından verilen küçük eğitimler hem hastanın hem ailenin ruh sağlığına olumlu katkı sağlar. 
  2. Hastanın problemlerinin tespit edebilmesi, baş etme stratejilerinin güçlendirilmesi için destekleyici psikoterapiler ve depresyon ve kaygı belirtilerinde azalma ve yaşam kalitesinde artma sağlamasıyla etkinliği birçok çalışma ile kanıtlanmış bilişsel davranışçı terapiler kullanılabilir.
  3. Tüm ailenin değişen düzenini rayına koyabilmek, aile bireylerinin ruhsal durumlarını tespit edebilmek, en uygun baş etme ve problem çözme yollarını keşfedebilmelerini sağlamak için aile danışmanlığı ve aile terapileri oldukça etkindir. Herhangi bir sebepten dolayı cinsel yaşam sorunları ortaya çıktığında cinsel terapilerden fayda sağlanmaktadır.
  4. Benzer sıkıntıları yaşayan kişiler ile buluşmak, duygu dışavurumunu sağlamak, baş etme yöntemlerini öğrenmek ve aidiyet hissini yaşayabilmek için grup psikoterapileri ya da hasta destek grupları buluşmaları yürütülebilmektedir.

Yukarıda bahsedilen özel eğitim gerektiren terapiler yanında, hafif depresyonda;

  1. Nefes ve gevşeme egzersizleri, zihin-beden teknikleri, meditasyon ve yoga
  2. Düzenli hafif düzeyde egzersiz
  3. Müzik ve sanat (uğraş) terapileri
  4. Dini ve spiritüel baş etme stratejileri de tedavide yer bulmaktadır. Hepsi bilimsel çalışmalarla etkinlikleri gösterilen tekniklerdir.

Orta ve şiddetli depresyonların tedavisinde ise öncelikli olarak ilaç tedavileri düşünülmekte, süreç terapilerle desteklenmektedir. Depresyon tedavisi için öncelikli olarak tercih edilen ilaçlar, antidepresan grubu ilaçlardır. Zaman zaman kaygı gidericiler, uykuyu ve enerjiyi düzenleyen ilaçlar da kullanılır. Zaten birçok ilaç kullanmakta olan hastalar psikiyatri ilaçlarını tedirginlikle karşılamakta çoğu zaman reddetmektedir. Bu sebeple kanserde psikiyatrik ilaç kullanımına ayrı bir bölümde daha ayrıntılı değinilecektir. Ancak depresyon ilaçları ile ilgili mitler bol olduğundan birkaç noktaya değinerek yazımızı tamamlamak istemekteyim.

Mit 1: Antidepresan ilaçlar etkisizdir!

Depresyon ilaçlarının etkisiz olduğu ve işe yaramadıkları yönünde bir tartışma sürekli vardır. Ancak net olarak söyleyebilir ki antidepresanların etkinliği bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Antidepresan ilaçlar hiçbir zaman bir moral dopingi, mutluluk ilacı, uyuşturarak dertleri unutturan bir madde veya alışkanlık yapan ilaçlar olarak görülmemelidir. Özellikle orta ve şiddetli depresyonda kullanılmaları halinde maksimum fayda sağlanır. Kanser hastalarında zaman zaman depresyon olmaksızın bazı şikayetlerin giderilmesi için de düşük dozda kullanılabilmektedirler. Örneğin, uykusuzluk, bulantı, iştah kaybı gibi...

Mit 2: Antidepresanların bir sürü yan etkisi var!

Her ilacın yan etkisi vardır. Ancak hekimler, değerlendirmeleri sonrasında, kişinin hem bedensel hem de ruhsal durumunu göz önünde bulundurarak, kar-zarar hesabını gözeterek psikiyatrik ilaç tedavisini başlarlar. Uykusunu düzenlemek istediğimiz hastalarımız için uyku veren, iştahını arttırmak istediğimiz hastalarımız için iştahı açan antidepresanlar olduğu gibi, uykuyu azaltan, ağrılara iyi gelen, bulantıları azaltma özelliği olan ve kanser hastalarında güvenle kullanılan depresyon ilaçları da vardır.

Mit 3: Psikiyatri ilaçları bağımlılık yapar, insanı zombileştirir, robotlaştırır!

Yaygın inanışın aksine, antidepresanlar bağımlılık yapmaz. Bağımlılık yapma etkisi olan antidepresan dışı psikiyatri ilaçları olduğu da doğrudur ancak hekim kontrolünde ve önerilen doz ve sürede kullanılırlarsa zarar değil fayda getirirler, zaten bu sebeple ilaç olmuşlardır. Psikiyatri ilaçlarının özel başlama ve azaltarak kesme şekilleri vardır. Bu kurallara uyulduğu sürece yan etkiler en düşük düzeyde tutularak maksimum fayda sağlanabilmektedir.

Özetle...

Kanser hastalarının hepsi depresyon yaşayacak diye bir kural yoktur. Ancak ne yazık ki depresyon kanser hastalarında toplumun 3-4 katı sıklıkta rastlanmaktadır. Hem hastalarımız hem yakınları hem de tedavi ekipleri, depresyon belirtilerine karşı uyanık olmalıdır. Fark edilmemiş ve tedavi edilmemiş bir depresyon, yaşam kalitesinin kaybı yanında tedavi sürecini ve tedavi başarısını olumsuz yönde ciddi olarak etkiler.