Kalıtsal kanserlerin önemine yeterince dikkat etmiyoruz; bu durum, hastalar, doktorlar ve toplumun geneli için geçerli. Güncel bir araştırmada, kalıtsal meme-over kanseri sendromu veya Lynch sendromu taşıyıcılarının yarısından fazlasının kendi genetik durumlarının farkında olmadıkları ortaya çıktı.

Tüm kanser vakalarının yaklaşık %10-15'ini oluşturan kalıtsal kanserlere gereken önemin verilmemesinin temel nedenleri şunlardır:

  1. Farkındalık eksikliği,
  2. Genetik testlere erişim zorlukları,
  3. Tıbbi rehberlerin yetersizliği,
  4. Sağlık hizmetlerindeki eşitsizlikler,
  5. Kanser araştırmalarında öncelikli hedefler arasında yer almaması.

Kalıtsal kanser riskini bilmek, erken teşhis ve önleyici tedbirler alarak hastalığın ilerlemesini engelleme şansı sağlar. Ayrıca, risk taşıyan bireylerin aile üyelerinin de genetik testlerle durumlarını öğrenmelerine yardımcı olur ve aile bireylerinin sağlık yönetimine katkıda bulunur.

Bu yazıda, kalıtsal kanser riskine yönelik güncellenmesi önerilen kılavuzlar ve yeni araştırmalar hakkında bilgi sunacağız.

Güncellenmesi Önerilen Kanser Riski Kılavuzları: Yeni Bulgular ve Uygulama

Sonuçları 18 Nisan'da American Association for Cancer Research (Amerikan Kanser Araştırmaları Derneği) yıllık toplantısında sunulan TAPESTRY adlı yeni bir çalışma, kalıtsal kanser riski değerlendirmesinde kullanılan kılavuzların güncellenmesi gerektiğine işaret etmektedir. Araştırmacılar, HBOC (Hereditary Breast and Ovarian Cancer= kalıtsal meme ve over kanseri) ve LS (Lynch Sendromu) taşıyıcılarına odaklanan bir çalışma gerçekleştirdi. Bu iki kalıtsal kanser sendromu, en sık gözüken kalıtsal kanserleri temsil etmektedir.

Mevcut genetik test kılavuzlarına göre saptanacak olanlardan daha fazla hasta, kalıtsal meme ve over (yumurtalık) kanseri veya Lynch sendromu risk geni taşıyıcısı olarak tespit edildi. Araştırmacılar bu kılavuzların gözden geçirilmesi gerektiğini öne sürüyorlar.

HBOC'lu bireylerin ömür boyu meme kanseri riski %80 iken, aynı zamanda yumurtalık kanseri, pankreas kanseri, prostat kanseri ve melanoma riski de daha yüksektir. Lynch sendromlu (LS) bireylerin ise %80'i ömür boyu kolorektal kanser riski, %60'ı ömür boyu rahim kanseri riski ve mide, mesane, deri ve diğer tümörler için yüksek riskleri bulunmaktadır.

TAPESTRY klinik çalışmasında, Mayo Clinic merkezlerinden 44.306 katılımcı, patojenik mutasyonlar taşıma olasılığı yüksek olarak belirlenmiş ve tükürük örneklerinden yapılan tüm ekzom dizilemesine (whole-exome sequencing) onay vermişti. Araştırmacılar, elektronik sağlık kayıtlarını kullanarak hastaların NCCN kılavuzlarındaki test kriterlerini karşılayıp karşılamadığını belirledi.

Eski dönemlere kıyasla daha uygun maliyetli hale gelen tüm ekzom dizileme gibi genetik testler, kalıtsal kanser genetik testlerinin daha yaygın ve uygun şekilde kullanılmasına katkı sağlamaktadır.

Bir ABD kuruluşu olan NCCN, İngilizcede "National Comprehensive Cancer Network" olarak adlandırılır ve Türkçeye "Ulusal Kapsamlı Kanser Ağı" olarak çevrilebilir. Bu kuruluş, kanserle ilgili kılavuzlar ve politikalar geliştirerek, kanser tedavisi ve araştırmalarında en iyi uygulamaların benimsenmesine katkıda bulunur.

Sonuçlar

Çalışmaya dahil  edilen 44 bin kişinin %1.24'ü HBOC veya LS taşıyıcısı idi. HBOC taşıyıcılarının %62.8'i ve LS taşıyıcılarının %62.6'sı kadındı. Bu oranlar, mevcut kılavuzların genetik testlerin uygulanması ve yönetimi için yetersiz olduğunu göstermektedir.

Her iki grup için de ortanca yaş 57 idi. HBOC taşıyıcılarının %47,3'ünde kanser öyküsü bulunurken, LS taşıyıcılarında bu oran %44,2 idi.

HBOC taşıyıcılarının %49,1'i genetik durumlarının farkında değildi, LS'li hastaların ise daha yüksek bir oranı, yani %59,3'ü bu kategoriye giriyordu. HBOC'li hastaların %32'si ve LS'li hastaların %56,2'si ilgili NCCN'nin kalıtsal kanser kılavuzlarına göre tarama için uygun olmayacaktı.

MSH6 geninde mutasyonu olan bireylerin %63,8'inin ve PMS2 geninde mutasyonu olanların %83,7'sinin NCCN kriterlerini karşılamaması dikkat çekici idi.

Bir genetik sendromla ilgili olmayan bir kanser türüne sahip olmak, bireylerin %58,6'sının NCCN kılavuzlarını karşılamamasına neden oldu. %60,5'i kanser öyküsü bilinen yetersiz sayıda akrabaya sahip olmamaları nedeniyle, %63,3'ü ise kanser öykülerinin olmaması nedeniyle kılavuzları karşılamadı. Patogenik mutasyona sahip ve NCCN kriterlerini karşılayan bireylerin %34'ü durumlarının farkında değildi.

Bu sonuçlar, NCCN kılavuzlarının klinik uygulamada yetersiz kullanıldığını düşündürüyor; bu durum, hekimlerin yoğun programları veya bu kriterlerin kullanımının karmaşıklığı nedeniyle olabilir.

Sonuç

Sonuç olarak, kalıtsal kanser riski değerlendirmesi, yaşam kurtaran erken teşhis ve müdahaleleri mümkün kılmaktadır. Bu nedenle, mevcut kılavuzlar ve genetik test uygulamalarının güncellenmesi önemlidir. Yeni araştırmalar, cinsiyet faktörünün dikkatli bir şekilde değerlendirilmesi ve genetik testlerin daha geniş bir hasta grubuna uygulanması gerektiğini göstermektedir. Bu değişiklikler, HBOC ve LS taşıyıcılarının yaşam kalitesini ve sağ kalım oranlarını artırarak, kanserle mücadelede daha etkili olmamıza olanak sağlayacaktır.