Jane Cooke Wright, 1945 yılında tıp alanında profesyonel olarak yer almaya başladığında toksik ilaçların tümörleri hedefleyebileceği düşüncesi çoğu doktor ve hasta tarafından saçma bulunuyordu. Bir zehir bir başka zehre karşı – kanserli bir tümör – daha fazla hasar yaratmadan nasıl silah haline getirilebilir? İki ya da daha fazla kimyasalın kombinasyonunu oluşturmak?

1987’de Wright emekli olana kadar, geliştirilmesine yardımcı olduğu kemoterapi, hayat kurtarmaya devam ediyordu. Aslında Wright, yeni bir tıp uzmanlığı olan onkolojinin ve hastalık ve yaşam kayıpları ile mücadelede en güçlü kemoterapi ilacının gelişmesinde kritik rollere sahiptir.

Wright’ın hikayesi, meslektaşlarının çoğuna benzeseydi yeterince olağan üstü olmazdı; çalışmaları cerrahiyi ve ilaç geliştirme araştırmalarını birbirinden ayırdı diyebiliriz. Tıp ve bilimde – politika ve hukuk gibi – neredeyse tamamen beyaz erkeklerin yer aldığı bir dönemde Afrika kökenli bir Amerikalı kadın olan Wright’ın damarlarında azim vardı. First Lady’nin de aralarında bulunduğu ileri gelen kişiler tarafından onurlandırılmış olan babası da korkunç bir şekilde ırkçılık ile karşı karşıya kalmasına rağmen her zaman dirençli olmuştu. O da babasının bu azmini devam ettirdi ve kendi kişisel savaşını sürdürdü.

Zariflik ve güzelliğini, bilimsel kavrayışını ve şiddetli azmini, başarılarından başka bir şeyle anılmamak için dengede tuttu.

East Lansing’de psikolog olan kızı Alison Jones, bir röportajında annesi için “Irkçılığa odaklanmadı, hiçbir zaman” dedi. “Nerede olursa olsun, hep en iyisi olmak istedi, en iyi siyah kadın değil. Bu, bir kategoride nasıl yer aldığı ile ilgili bir şey değildi ve birisi ona siyahi hekim olarak hitap ettiğinde üzülürdü.” En iyisi olma yolunda Jones, annesinin kendisine kanseri tedavi etmeyi hedef olarak koyduğunu söylüyor.

Zorluk ve Travmadan Alevlenen Tıbbi Miras

Jane C. Wright ve babası Louis Tompkins Wright, tıbbın her alanında en başarılı baba-kız ekibi olabilir.

Baba Wright, resmi olarak esir edilmiş bir adamın oğlu iken Yale Üniversitesi’nden mezun olan ilk Afrika kökenli Amerikalı kişi oldu. 1915 yılında da Harvard Tıp Fakültesi'nden mezun olan baba Wright, Birinci Dünya Savaşı’ndaki hizmetlerinden dolayı Purple Heart Madalyası kazandı, daha sonra ilk siyahi cerrah olarak Harlem Hastanesi'nde göreve başladı.

Genç bir adam olarak mobbing ve linç ile karşı karşıya kalan Wright, Harlem Rönesansı’nın bir destekçisi oldu ve vatandaşlık hakları ve bütünleşmeyi savunan önde gelen insanlar arasında yer aldı. Renkli İnsanların Yükselişi için Ulusal Birlik’te yönetim kurulu başkanı olarak hizmet etti ve Amerikan Cerrahlar Koleji’nin sadece iki siyah üyesinden biriydi.

2009’da yayımlanan “Black Genius: Inspirational Portraits of African American Leaders” kitabına göre, ender ancak tahrip edici bir zührevi hastalık olan lenfogranüloma venereumu, meslektaşı Yellapragada SubbaRow tarafından geliştirilen yeni bir antibiyotik ile başarılı bir şekilde tedavi etti. Black Genius kitabında, yine doktor olan ancak yaşamını yitiren kızı Babara Wright Pierce, babasının “eski günlerde birçok doktorun da yaptığı gibi” ilacı kendi üzerinde bile denediği söyledi.

1948 yılında Jane C. Wright, Harlem Hastanesi Kanser Araştırmaları Kuruluşu’ndaki babasına katıldı. Orada bu ikili, Birinci Dünya Savaşı’ndan beri beyaz kan hücrelerini öldürmesi ile bilinen nitrojen hardal benzeri bir kimyasalın kanserle mücadelede kullanım olanaklarını araştırdı. Ne gariptir ki baba Louis Wright da savaş dönemi hizmeti sırasında zehirli gaz fosjene maruz kaldığından dolayı yaşamı boyunca sağlık problemleri yaşadı.

Çalışmalarının sonucunda sarkom, kronik miyelositik lösemi ve Hodgkin lenfomalı hastaların tümörlerinde küçülme olduğunu bildirdiler. O dönemler tedavi edilemez kabul edilen kan kanserleri ve solid (organ) tümörler gibi çeşitli formlara sahip 93 hastadaki yanıtları belgeleyerek folik asit antagonistlerin klinik etkinliği ve toksisitelerin ilk araştırmalarını da gerçekleştirdiler.

Bu araştırma, üç Wright – Louis T. Wright ve iki kızı Jane ve Barbara – tarafından yazılan bir çalışmada sunulmuştu.

“Baba Wright 1952’de vefat etti; Harlem Hastanesi kütüphanesine onun isminin vermesinden ve Elanor Roosevelt’in de aralarında bulunduğu 1000 kişinin onu onurlandırdığı bir akşam yemeğinden sadece birkaç ay sonra, 61 yaşındayken.

Tevazu ve Zarafet ile Karışık Bilimsel Kavrayış

Babasının vefatından sonra Janet C. Wright, hastanenin kanser kuruluşu yönetim başkanı oldu. 1991 yılında yayımlanan “Black Scientists” kitabına göre, 1950’lerden 1970’lere kadar “bir hastanın kendi tümör parçalarının ameliyatla çıkartılıp, laboratuvarda bir besin kültürü içinde büyütülerek ilacı test etmede kobay olarak kullanmanın yollarını buldu.” Daha önce araştırmacılar denek olarak farelere odaklanmışlardı.

Bu yaklaşım ayrıca Wright’a folik asit antagonisti olan metotreksat gibi spesifik ilaçların, belli tanılara sahip kanser hastalarına yardımcı olup olmayacağını da saptamayı sağladı. Wright’ın 2013 Onkoloji vefat ilanından alıntı yapan Mount Sinai Tıp Fakültesi’nden James F. Holland, “Henüz hiç kimse iyi tahmin testlerine sahip değilken, in vitro kemoterapötik etkinlik için aktivite tahminleri araştırıyordu.” dedi.

Onkoloji vefat ilanında ise şunlar yazıyordu, “Detaylara karşı olan sıkı dikkati ve hastaları için duyduğu endişe, etkili doz seviyeleri ayarlamasına ve tedavi rehberi oluşturmasına yardımcı oldu. Diğer hekimlerin pes ettiği hastaları tedavi etti ve klinik deney ortamında kansere karşı ilaçların etkilerini dikkatli bir şekilde test eden ilk küçük araştırma grubu arasında yer aldı.”

“Black Scientist” kitabına göre Wright ayrıca, ameliyatsız erişimi zor olan dalak benzeri organlara erişmek için bir tür kateter kullanımı ile kemoterapiyi dokuya ulaştırmak için bir yol geliştirmeye odaklanmıştı.

Çalışmalarının yanı sıra, Wright’ın dış görüşü de onu diğerlerinden ayırıyordu. “Black Genius” kitabına göre bir köşe yazarı, onu Amerika’daki en güzel Siyah kadınlardan biri olarak yazdı ve 1966 yılında Ebony Dergisi, onu Amerika’da en iyi giyinen kadınlardan biri olarak onurlandırdı. Göz alıcı bir fildişi ve sarı brokar elbisesi içinde bir fotoğrafına yer verildi ve “özel hayatında Bay David J. Jones’ın” olduğuna dikkat çekildi. (1946’da Harvard Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunlarından biri ile evlendi.)

Kızı Alison Jones’a göre Wright, başarılarına rağmen alçak gönüllüydü. Bir gazete röportajında kendi zihinsel güçlerini bile küçümsemişti. 1967 yılında The New York Post’a konuşan Wright, “iki küçük grubun bir üyesi olduğumu biliyorum, ancak kendimi o yolda düşünmüyorum. Elbette, bir kadın iki katı kadar daha çok çaba sarf etmek zorunda. Ama – ırksal önyargılar? Bunun çok küçük bir kısmı ile karşılaştım. Belki de karşılaştım, ama anlayacak kadar zeki değilimdir.”

Keskin gözlü okuyucular, onun alçakgönüllülüğünü neredeyse 20 yıl sonra görmüş olabilir. Afrika kökenli Amerikalı hekimlerin Ulusal Tıp Birliği Dergisi için 1984 yılında bir makalede, kemoterapinin geçmişi, şimdisi ve geleceğinden, kemoterapinin gelişimdeki kendinin öne çıkan rolünden söz etmeden yazmıştı.

Dünya Genelinde Öncü Bir Doktor – ASCO’yu Kuran 7 Doktordan Biri

1960’larda Wright, Kalp Hastalıkları, Kanser ve Felç üzerine olan Başkanın Komisyonuna katıldı ve önde gelen New York Tıp Okulunda siyah bir kadın için ilk olan dekan yardımcılığına atandı.

Daha önemlisi Wright, 1964’te Chicago’da Amerikan Klinik Onkoloji Derneği'ni (ASCO) kuran yedi hekim arasında yer alan tek kadındı. ASCO’nun ilk sayman sekreteri olarak hizmet etti ve 9 yıl önce vefat ettiğinde en uzun hayatta kalan kurucu olarak onurlandırıldı.

NOT: Her yıl Haziran'ın ilk haftası bilimsel kongre düzenleyen ASCO, dünya genelinde en önde gelen profesyonel onkoloji kuruluşudur.

ASCO’nun eski başkanı ve Wright’ın 2013 Onkoloji vefat ilanının yazarı olan Washington, Georgetown Üniversitesi Tıp Merkezi’nden Onkolog Sandra M. Swain, Wright için şunları söyledi, “Jane Wright, onkolojinin araştırma ve keşfetme için geniş kapsamlı uygulamalar ile tıpta yer alan önemli ve ayrı bir disiplin olduğunu gören bir vizyona sahipti. Bir kadın ve Afrika kökenli Amerikalı olarak, böyle önemli bir grubun oluşumu için kurucu masada yer alması gerçekten dikkat çekici.”

Onkolog olan Edith Mitchell de arkadaşı için şunları söyledi, “Wright, Çin ve Sovyetler Birliğine ve Afrika ve Doğu Avrupa ülkelerine onkolog görevlendirmeye öncülük etti. 1957’de Ghana ve 1961’de Kenya’da hemşireler ve hekimlere tıp ve kanser bakımını ve eğitimini sağlayacak tıbbi ekibe de öncülük etti. 1973’ten 1984’e kadar, Afrika Araştırma ve Tıp Kuruluşunun başkan yardımcısı olarak görev yaptı.”

Wrigth’ın iki kız çocuğu vardı. 1968 yılında kariyeri ve ailesinden bahsettiği bir makalede, her iki kızının da tıp kariyeri ile ilgilenmediğini söyledi. Ancak kızların da bakış açıları zamanla değişti – tıpkı Wright’ın ki gibi. Smith Koleji’nde lisans öğrencisi olan Wright sanatta uzmanlaşmıştı, üniversite takımında yüzüyordu ve tıp öncesi çalışmalara geçmeden önce Almanca dili okumaya özel bir yatkınlığı vardı.

Anneleri gibi Wright’ın kızları da yollarını değiştirdi ve sonunda ailenin tıp alanına giren dördüncü jenerasyonu oldular. Psikolog olan Alison Jones, şu anda bir hapishanede çalışıyor. Jane Jones ise klinik psikolog oldu ve şu anda emekli, N.J. Guttenberg’de yaşıyor.

Her ikisi de annelerini mükemmellik konusunda ısrarcı olan destekleyici bir güç olarak hatırlıyor. Jane Jones bir röportajında annesi için şunları söyledi, “Gitmek istediğiniz yere varmamanız için hiçbir mazeret olamaz.”

Bununla birlikte Wright, yine de toplumun şiddet limitlerinin farkındaydı. Alison Jones annesi hakkında, “Bana doktor ya da avukat olmam gerektiğini söyledi, çünkü Amerika’da siyahsan bu şekilde hayatta kalmanız gerekiyor” dedi.

Wright, 2013 yılında, 93 yaşındayken aramızdan ayrıldı.

Onkolog ve şu anda Philadelphia’daki Thomas Jefferson Üniversitesi’nde ders veren, ABD Hava Kuvvetleri’nden emekli Tuğgeneral Mitchell, arkadaşı için şunları söyledi, Jane C. Wright, gerçekten tıbbi pratiği değiştiren katkılar sağladı. Gerçek bir öncü. İlgili bir mentor. Tanınmış bir araştırmacı, evrensel bir hoca. Evrensel bir tıbbi lider. Yetenekli bir araştırmacı, sevgi dolu bir kardeş, eş ve anne. Güzel, kibar ve sevgi dolu insan.