Sürekli bir olumlu tutum içinde olmaya dair bir mecburiyet hissetmek üzerimizde çok fazla baskı oluşturmaktadır. Ailede, çevrede ve sosyal medyada aralıksız olarak meme kanseri başta olmak üzere kanser hastalığını yenmek için pozitif bir tutum içinde olunması gerektiği söylenmektedir. Çoğu kişi, sevdiği biri meme kanseri teşhisi aldıysa genellikle bu tavırda olurlar. Peki bu gerçekten işe yarar mı?

Pozitif bir tutuma sahip olmak tabii ki yaşamın temelinde olması istenen ve hayattan keyif almayı sağlayan önemli bir faktördür. Ancak kimilerine göre sadece olumlu düşünerek hastalıkları yenmek mümkündür. Araştırmalara göre bu yaklaşımlar hem yapıcı değil, hem de doğru değildir.

Üzerinde zaten tedaviye dair korkuları, tedavilerin yan etkileri, ekonomik kaygıları ve aile yükü olan kanser hastalarına bu tutum daha fazla yük hissettirebilir. Karışık duygular içinde olan kanserli bireye sürekli pozitif olması gerektiği söylenirse ve hastalıkları iyiye gitmezse kendilerini suçlu hissetmelerine sebep olabilir. Bu nedenle kanser hastaları pozitif tutumun tersi duygular içinde olduklarından dolayı hislerini çoğu zaman paylaşamazlar. Bu da desteğe ihtiyaçları olduğu zaman daha da izole olmalarına sebep olabilir.

Hastaların ya da yakınlarının bu hastalığa dair sihirli bir kontrol etme gücü ne yazık ki yoktur. Buna inanmak isteyen hastalar ise iyi sonuç vermediğini gördüklerinde kendilerini daha da suçlamaya başlayabilirler.

Araştırmaların çoğuna göre, gerçekte kişilik ile kanser hastalığı arasında bir ilişki yoktur. Bunun aksini söyleyen çok az çalışma vardır, onlar da iyi tasarlanmadığı ve sonuçlar daha büyük çalışmalarla doğrulanmadığı için kabul görmemektedir.

Örneğin, 2007’de Pensilvanya Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde yapılan bir çalışmada 1.000’den fazla kanser hastası takip edilmiştir. Çalışmanın sonunda kanser hastalarının duygusal durumlarının hayatta kalmalarıyla bir ilişkisi bulunamamıştır. Araştırmacılar bu yöndeki düşüncelerin bilimsel bir dayanağı olmadığını bildirmektedir.

Büyük ve iyi tasarlanmış çalışmalardan biri de 2010 yılında yayımlandı. Araştırmada en az 30 yıl boyunca 60.000 kişinin sigara, alkol kullanımı, diğer kanser risk faktörleri ve kişilik özellikleri kontrol edildi. Sonuç, kişilik ve genel kanser riski arasında herhangi bir bağlantı olmadığını gösterdi, aynı zamanda kişilik özellikleri ile kanser sağ kalımı arasında bağlantı olmadığı ortaya kondu. Fakat sigara ve alkol kullanımı veya diğer iyi tanımlanmış kanser risk faktörlerine sahip olan kişilerde daha sık kanser görüldü.

Konuyla ilgili yapılan araştırmalardan bazıları da psikoterapi ve stres azaltmanın kanser hastalarının sağ kalımı üzerindeki etkisiyle ilgili oldu. Bu çalışmalarda farklı sonuçlar elde edildi. Ancak yapılan çalışmalarda genel olarak alınan sonuç; terapilerin kanser tedavi sürecindeki zorluklarla başa çıkmaya yardımcı olduğu, fakat yaşam sürelerine bir etkisi olmadığıdır.

2007’de yapılan bir çalışmada ise psikoterapinin kanser hastalarının yaşam sürelerine olumlu etkisi olduğu görüldü.

Sonuç olarak araştırmalar, kanser hastalarına hastalıkları hakkında doğru ve yeterli bilgi vermenin ve psikolojik desteğin, yaşam süreleri net bir şekilde artırmasa da, onların gerginliğini, endişelerini, halsizliklerini azalttığını, depresyonla başa çıkmada yardımcı olabildiğini ve yaşam kalitelerini artırdığını gösteriyor.