Diyabetes Mellitus (DM), kısa adıyla diyabet, halk arasında şeker hastalığı olarak bilinir. Diyabet, kandaki şeker seviyelerindeki yükseklik (hiperglisemi) ile seyreden, metabolik bir hastalıktır. Günümüzde 425 milyonu bulan diyabetik hasta sayısının 2035 yılına kadar 592 milyona ulaşacağı tahmin edilmektedir. Diyabet gelişimi ve hastalığın ilerlemesi beslenme ile yakından ilişkilidir. Akdeniz diyeti ise diyabet hastalığından korunmada en etkili beslenme modelinden biridir. US News and World Report’un “En Sağlıklı Diyetler 2020” listesinde, diyetlerin farklı hastalıklar üzerindeki etkisine göre sıralandırılmasına baktığımız zaman, diyabete en iyi gelen diyet modelinin Akdeniz Diyet modeli olduğunu görüyoruz. Bu kapsamlı derlemede, sizlere diyabet ve Akdeniz Diyeti ilişkisini sunuyoruz.

Diyabet hastalığı nedir ve nasıl oluşur?

Diyabet, vücuda alınan gıdaların enerjiye dönüşümünü etkileyen, kan şekeri yüksekliği ile karakterize, kronik metabolik bir hastalıktır.

Tüketilen besinler kan şekerini yükseltmektedir. Kandaki şekerin enerji olarak kullanılabilmesi için, kandan vücut hücrelerinin (kas hücreleri, yağ hücreleri ve karaciğer hücreleri) içine girmesi gerekmektedir. Bu nedenle, kandaki şeker dolaşımda yüksek seviyelere ulaştığında, pankreas organının beta hücrelerinden kana “insülin” adında bir hormon salınır. İnsülin hormonu ise şekeri kandan ayırarak hücre içine girmesini sağlar.

Diyabet hastalığında ise, vücut insülini yeteri kadar üretemez veya üretilmiş olan insülini kullanamaz - ki buna insüline direnç gelişmesi diyoruz. Bunun neticesinde, kan şekeri yüksek seviyelere ulaşır. Bu durum kontrol altına alınmadan uzun süre devam ettiği takdirde, ciltte ülserlere ve iyileşmeyen yaralara, diyabetik nöropati adı verilen sinir hasarına, göz problemleri ve görme kaybına, böbrek hastalığı, inme ve kalp-damar hastalığı gibi ciddi sağlık sorunlarına neden olabilir.

Birden fazla çeşidi bulunan diyabetin, en sık rastlanan türleri Tip 1, Tip 2 ve Gestasyonel diyabettir. Tip 1 diyabet, vücudun ottoimmün bozukluk sonucunda, insülin üretemez hale gelmesi ile ortaya çıkan bir rahatsızlıktır.

  • Tip 1 diyabetin oluşumunda, genetik faktörlerin yanı sıra virüs ve enfeksiyonlar da rol oynayabilmektedir. Diyabetin bu türünde, kişi insülin tedavisine bağımlıdır ve kan şekeri kontrolünü sağlayabilmek için hekim tarafından insülin tedavisine başlanmaktadır.
  • Tip 2 diyabet, Tip 1 diyabete kıyasla çok daha yaygın görülmekte ve tüm diyabetlerin yaklaşık olarak %90’nını oluşturmaktadır. Tip 2 diyabet daha çok genetik faktörlerin hazırladığı insülin direnci zemininde, ilerleyici insülin salgılanması bozukluğu ve/veya insülin yetmezliği ile karakterizedir. Yaşam tarzı, Tip 2 diyabetin oluşumunda etkin bir rol oynamaktadır.
  • Gestasyonel diyabet ise, gebelik durumunda insüline daha az duyarlı hale gelen kadınlarda görülür. Çoğu zaman, gebelikten sonra düzelmektedir fakat Tip 2 diyabetin risk faktörlerinden biridir. Bu nedenle hem bebeğin hem de annenin sağlığı için kontrol altına alınması gerekmektedir.

- İlgili konu: Diyabet, prediyabet, insülin direnci nedir? Belirtileri ve tedavisi 

Tip 2 diyabet neden oluşur? Risk faktörleri

Tip 2 diyabetin en temel belirtileri arasında aşırı susama, sık idrara çıkma, halsizlik, yaraların yavaş iyileşmesi, bulanık görme, anlaşılmayan ani kilo kaybı, boyun ve koltuk altı bölgelerinde kararma bulunmaktadır.  

Dünya genelinde Tip 2 diyabet sıklığı her geçen gün artmaktadır. Bunda batılı yaşam tarzı ve değişen beslenme alışkanlıkları sonucunda artan obezitenin rolü büyüktür. Tip 2 diyabetin oluşumunda rol oynayan belli başlı risk faktörleri bulunmaktadır;

  • Kilo: Fazla kilo ve obezite, Tip 2 diyabet gelişimi için en önemli risk faktörüdür. Ancak, normal kilo aralığında olan kişilerde de Tip 2 diyabet gelişebilmektedir. 
  • Sağlıksız beslenme: Batılılaşmış tarzda, yüksek şeker ve yağ içeriği olan diyetler, Tip 2 diyabet riskini artırmaktadır.
  • Hareketsiz yaşam: Fiziksel aktivite, normal kilo aralığında kalmaya yardımcı olduğu gibi, glikozun enerji olarak kullanılmasını ve hücrelerin insüline karşı daha hassas olmasına da yardımcı olmaktadır. 
  • Abdominal yağlanma: Bel çevresindeki yağlanma, sağlık açısından en tehlikeli yağlanma durumudur. Erkeklerde 102 cm, kadınlarda ise 89 cm üzeri olan bel çevresi ölçüleri, Tip 2 diyabet riskini artırmaktadır.
  • İleri yaş: Kişiler yaş aldıkça, Tip 2 diyabete yakalanma riskleri de artmaktadır. Ancak, Tip 2 diyabet insidansı (sıklığı) sağlıksız yaşam tarzı alışkanlıklarından dolayı çocuklar, ergenler ve genç yetişkinlerde de artış göstermektedir.
  • Kalıtsal yatkınlık: Anne, baba, erkek veya kız kardeşinde tip 2 diyabet öyküsü olan kişilerin, hastalığı geliştirme riski daha yüksektir.
  • Prediyabet: Prediyabet kan şekeri seviyesinin normalden yüksek olduğu (açlık kan şekeri 100 ile 125 mg/dl arasında) ancak henüz tip 2 diyabet tanısı alacak kadar yüksek olmadığı bir sağlık durumudur. Prediyabet, diyabetten önceki dönem veya gizli şeker olarak da adlandırılabilir. Prediyabet kontrol altına alınmadığı takdirde, tip 2 diyabete dönüşebilmektedir.
  • Gestasyonel diyabet: Gestasyonel diyabet çoğunlukla hamilelikten sonra düzelmektedir. Ancak düzelmediği ve tedavi edilmediği takdirde, Tip 2 diyabete dönüştüğü durumlarda görülmektedir. Özellikle makrozomik bebek (≥ 4 kg) doğuran annelerin, Tip 2 diyabet geliştirme riski daha da yüksektir.
  • Polikistik Over Sendromu: Kadınlarda yaygın olarak görülen ve adet düzensizliği, tüylenme ve obezite gibi belirtileri olan Polikistik Over Sendromu (PKOS), Tip 2 diyabet riskini artırmaktadır.

Tüm risk faktörlerini incelediğimiz zaman, belirli risk faktörlerinin (kilo, abdominal yağlanma, prediyabet) sağlıklı beslenme ile doğrudan alakalı olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla beslenme alışkanlıkları düzeltildiğinde diyabet riskinin de azalacağını söylemek mümkün.

Son yıllarda, Tip 2 diyabet ve genel sağlık ile belli başlı diyet modelleri arasındaki ilişkiyi araştıran çalışmaların sayısı artış göstermiştir. Bu diyet modelleri arasında, Akdeniz diyeti, vejetaryen diyet, vegan diyet, diğer bitki bazlı diyetler, düşük yağlı diyetler, düşük karbonhidratlı diyetler gibi diyetler bulunmaktadır. Ancak, tüm besin gruplarını sağlıklı ve dengeli bir şekilde içermesi, Akdeniz diyet modelini hem Tip 2 diyabet riskini azaltmada hem de genel sağlığı geliştirmede en etkin diyetlerden biri yapıyor. Zaten Akdeniz Diyet modeli, US News and World Report’un “En Sağlıklı Diyetler 2020” listesinde “En sağlıklı” diyet seçilmişti.

Tip 2 Diyabet ve Akdeniz Diyeti ilişkisi

Sağlıklı beslenme alışkanlıklarına ek olarak, Akdeniz diyet modeli, günlük fiziksel aktivite yapmayı da önermektedir. Ayrıca, mevsimsel ve yerli üretim olan sağlıklı gıdaların sosyalleşerek tüketilmesini de tavsiye etmektedir.

Akdeniz Diyet modeli özetle;

  • Temel olarak: meyve, sebze, zeytinyağı, balık, tam tahıllar, kuru baklagil, kabuklu kuruyemiş, az yağlı süt ve süt ürünleri,
  • Ilımlı miktarda: yumurta, derisiz beyaz et,
  • Sınırlı miktarda: kırmızı et tüketimini önermektedir.
Akdeniz diyeti beslenme piramiti

Akdeniz diyeti ve tip-2 diyabet üzerine bilimsel araştırma sonuçları

Akdeniz diyet modelinin Tip 2 diyabet üzerine olan etkisini araştıran birçok çalışma bulunmaktadır.

2020 yılında, “Nutrients” dergisinde yayınlanan bir inceleme çalışması, son 5 yılda Akdeniz Diyeti ile Diyabet arasındaki ilişkiyi araştıran çalışmaları değerlendirdi. Bununla birlikte, diyabet riskini düşürebilmek için kullanılan diğer diyet modellerini, Akdeniz diyet modeli ile karşılaştıran çalışmaları da değerlendirildi. Bu çalışmalar arasında sistematik inceleme ve meta-analiz çalışmaları da bulunmaktadır. Bu çalışma içeriğinde bulunan çalışmalar, Akdeniz diyet modeline olan uyumu genellikle “Akdeniz diyet skoru” kullanarak değerlendirdi. Çalışmaların önemli bir bölümü Akdeniz diyetinin, Tip 2 diyabet üzerinde olumlu etkiler sağladığı sonucuna vardı (Kaynak 1).

Bu çalışmalar arasında, 2014 yılında “Metabolism” dergisinde yayınlanan bir meta-analiz çalışması, toplamda 136,846 katılımcının bulunduğu 10 farklı çalışmayı değerlendirildi. Akdeniz diyet modeline en uyumlu beslenen grup ile en uyumsuz beslenen grup karşılaştırıldı. Karşılaştırma sonucunda, Akdeniz diyet modeline uyumlu beslenen kişilerin, Tip 2 diyabet geliştirme riskinin %23 daha az olduğu sonucuna varıldı (Kaynak 2).  

Bir diğer çalışma ise, 2014 yılında “Public Health Nutrition” dergisinde yayınlandı. Bu çalışmada 2007-2014 yılları arasında yayınlamış olan ve 122.810 kişinin katılımı ile gerçekleştirilmiş 9 çalışma değerlendirildi.  Bir önceki çalışmadaki sonuca benzer olarak, Akdeniz Diyet modeline uyumlu beslenmenin diyabet riskini %19 düşürdüğü sonucuna varıldı (Kaynak 3).  

2017 yılında “The Journal of Nutrition” dergisinde yayınlanan bir meta analiz ve sistematik inceleme çalışmasında, toplam 1,5 milyon kişinin katılımı ile yürütülen 48 çalışma analiz edildi. Analiz edilen çalışmalar, farklı diyet modellerinin Tip 2 diyet üzerindeki etkisini değerlendirmek amacı ile yürütüldü. Bu diyet modelleri arasında, DASH diyeti ve AHEI ölçeği bulunmaktaydı. “Dietary Approaches to Stop Hypertension” olarak bilinen DASH diyetinin Türkçe karşılığı “Hipertansiyonu önlemek için Diyet Yaklaşımları” olarak ifade edilmektedir. DASH diyeti temel olarak Akdeniz diyetine benzemektedir. Akdeniz diyeti ve DASH diyeti arasındaki temel fark, DASH diyetinde tuz kullanımının 1.500-2.300 mg arasında kısıtlanmasıdır.  AHEI ölçeği ise 2 yaştan büyük kişilerin sağlıklı ve dengeli beslenmesini sağlayabilmek için geliştirilmiş olan Dietary Guidelines for Americans “Amerikalılar için Beslenme Rehberi” içeriğine olan uyumu tanımlayabilmek için geliştirilmiş bir ölçektir. Çalışma sonucunda, Akdeniz diyeti, DASH diyeti ve AHEI ölçeği içerik olarak belli başlı farklılıklar gösterse de her birinin Tip 2 diyabet oluşum riski üzerinde etkin bir rol oynadığı sonucuna varıldı (Kaynak 4).

DASH diyeti ve AHEI ölçeğine ek olarak, Akdeniz diyeti düşük yağ veya karbonhidrat içerikli paleo, vejetaryen ve vegan tipi beslenme modelleri ile de kıyaslanmaktadır. Tüm bu diyet modelleri sağlık açısından olumsuz etkiler gösteren ve kan şekerinin ani yükselmesine veya kilo artışına sebebiyet veren besinleri sınırlandırdığı için Tip 2 diyabet oluşum riski üzerinde olumlu etkiler göstermektedir.

Akdeniz diyet modeli içeriğindeki bileşenlerin, Tip 2 diyabet ile ilişkisini araştırmış olan çok daha fazla sayıda bilimsel yayın bulunmaktadır. Örnek verecek olursak, 2015 yılında “American Journal of Clinical Nutrition” dergisinde yayınlanan bir çalışma, Akdeniz diyet modeli içeriğindeki zeytinyağının Tip 2 diyabet üzerindeki etkisini araştırdı. Çalışma, yaş aralığı 25-65 olan, 145.087 kişi ile yürütüldü. Katılımcılar 22 yıl boyunca gözlemlendi. Katılımcıların besin tüketimleri ise her 4 yılda bir beslenme sıklığı anketi kullanılarak doğrulandı. 22 yıl süren gözlem sonucunda, 9.652 kişiye diyabet teşhisi konuldu. Margarin, tereyağı ve mayonez yerine zeytinyağı kullanmanın, Tip 2 diyabet riskini sırasıyla; %5, %8 ve %15 oranında düşürebileceği sonucuna varıldı (Kaynak 5).  

American Diabetes Association “Amerikan Diyabet Derneği” (ADA), diyabet riskini düşürebilmek veya tedavisini destekleyebilmek adına lipid profili (kolesterol seviyeleri), kilo, kan şekeri, HbA1c değerleri (son 3 ayda alyuvarlardaki hemoglobine bağlanan şeker miktarı) ve tansiyonun ideal aralıklarda tutmanın önem taşıdığını belirtmektedir. Bu değerleri normal aralıkta tutmak için ise, kişilerin sağlıklı beslenme ve yaşam tarzı alışkanlıkları edinmeleri gerektiğini belirtmektedir.   

Yapılan çalışmalar, Akdeniz Diyet modelinin, diyabet belirteçleri olan HbA1c, açlık kan şekeri, açlık insülin ve HOMA-IR (insülin direnci testi) değerleri üzerindeki olumlu etkisinin, kişilerin Tip 2 diyabet geliştirme riskini düşürmeye veya tedavi sürecini desteklemeye yardımcı olduğunu savunmaktadır.  Akdeniz diyeti ve glisemik kontrol ilişkisini araştırmış olan çalışmaları gelin birlikte inceleyelim;

2014 yılında “European Journal of Clinical Journal” dergisinde yayınlanan bir meta-analiz çalışması 9 randomize kontrol çalışmasını değerlendirdi. Bu çalışmalarda, Tip 2 diyabetli kişilerde Akdeniz diyet modelinin glisemik kontrol, kilo ve kardiyovasküler risk faktörleri üzerine olan etkisi araştırıldı. Akdeniz diyet modeli ile düşük yağ içerikli, kalori kısıtlaması olmayan veya günlük beslenme modelinin değiştirilmediği kontrol diyetler kıyaslandı. Meta-analiz çalışmasının sonuçları Akdeniz Diyet modelinin, diğer beslenme modellerine kıyasla daha etkili olduğunu göstermektedir. Akdeniz Diyet modelinin; HbA1c, açlık kan şekeri ve açlık insülin değerleri üzerindeki etkisi, diğer diyet modellerine kıyaslandığı zaman;

  • HbA1c, açlık kan şekeri, açlık insulin değerlerinin sırasıyla; %0,3, 13 mg/dL, 0,55 μU/ml daha fazla düştüğü görülmektedir (Kaynak 6).

"Journal of the American College of Nutrition" dergisinde, 2007 yılında yayınlanan bir çalışma, yaşları 18-89 aralığında olan toplam 3042 (Erkek: 1514; Kadın:1528) katılımcı ile yürütüldü. Çalışmanın amacı, Akdeniz diyet modelinin, açlık kan şekeri, insülin seviyeleri ve HOMA-IR (insülin direnci testi) üzerine olan etkisini değerlendirmekti. Katılımcılar da kalp-damar hastalığı öyküsü bulunmamaktaydı. Ancak, Tip 2 diyabet oranı kadınlarda %6, erkeklerde ise %7,9’du. Çalışma sonucunda, Akdeniz diyetine yüksek uyum gösteren katılımcıların, düşük uyum gösteren katılımcılara kıyasla;

  • Açlık kan şekeri ve insülin seviyelerinin %15; HOMA-IR seviyelerinin ise %27 daha düşük olduğu gözlemlendi (Kaynak 7).  

Diyabet hastalığı üzerine yapılan araştırmalar, bu hastalığın oluşumunda rol oynayan farklı mekanizmaların birbirine bağlantılı olduğunu göstermektedir. Diyabetin oluşumundaki patofizyolojik süreç, temel olarak pankreasın beta hücrelerinden yeterli oranda insülin salınamaması veya salınan insülinin kullanılamaması (insülin direnci) sonucunda oluşan kan şekeri yüksekliğidir. Her iki durumun sonucunda da karbonhidrat, protein ve yağ metabolizması bozukluklar meydana gelmektedir. Pankreastan yeterli insülin salınamaması, genetik ve yaş gibi faktörlerin yanı sıra; lipotoksisite, glikotoksisite, reaktif oksijen türleri, inflamasyon ve insülin direnci sonucu oluşan hücre stresi gibi faktörler sonucunda da oluşabilmektedir. Diyabet oluşumunda rol oynayan bu terimlerin ne anlama geldiğini anlamak, oluşum mekanizmasını anlayabilmeniz için önem taşımaktadır. Bu terimlerin ne anlama geldiklerini gelin birlikte inceleyelim;

  • Lipotoksisite: Kas, karaciğer ve pankreasda aşırı trigliserid depolanması, bu hücrelerin fonksiyonlarını bozar. Bu duruma lipotoksisite denir.
  • Glikotoksisite: Glikotoksisite, şeker zehirlenmesi olarak da adlandırılmaktadır. Kan glikoz seviyelerinin aşırı yükselmesi, insülin hormon üretimini bozar ve insülin salınımı iyice azalır.
  • Reaktif oksijen türleri (ROT): Reaktif oksijen türleri özellikle vücuda yeterli antioksidan alınmadığı durumlarda, oldukça zararlı etkiler yaratabilmektedir. İnsan vücudunda ROT birikimi, hücre zarında oksidatif hasar oluşturur. Bunun neticesinde ise diyabet gibi oksidatif stres aracılı fonksiyon bozuklukları ortaya çıkar.
  • İnflamasyon: İnflamasyon, yangı veya halk arasında bilinen adı ile iltihaplanma, kan damarları ile beslenen dokuların, her türdeki hasar karşısında (canlı, cansız yabancı etkene veya içsel/dışsal doku hasarına) verdikleri fizyolojik yanıtların bütünüdür. Özellikle abdominal obezitedeki karın içi yağ dokusu inflamasyonun önemli bir belirleyicisidir. İnflamatuvar süreçler, glikotoksisite, lipotoksisite ve oksidatif stres (vücutta serbest radikal düzeyinin artması) gibi faktörler ile ilişkilidir. Sağlıksız beslenme, hareketsiz yaşam, aşırı alkol kullanımı ve tütün kullanımı gibi etmenler neticesinde oluşan bu faktörler, dokularda pro-inflamatuvar faktörlerin salınımını artırarak; insülin direncine, hücrelerde işlev bozukluğuna ve dolayısıyla, Tip 2 diyabet gelişim riskinin artmasına sebebiyet verir.
  • İnsulin direnci sonucunda oluşan hücre stresi: insülin direnci durumunda pankreas insülini üretebilmekte ancak kullanamamaktadır. Bu durumda, kandaki glikoz ve insülin seviyeleri oldukça yüksek olmasına rağmen kullanılamamaktadır.

Yukarıda bahsi geçen oluşum mekanizmasında rol oynayan bu faktörleri elimine etmek, Tip 2 diyabet riskini düşürebilmektedir. Tip 2 diyabetin oluşum mekanizması üzerine olan etkisi en fazla araştırılmış diyet modeli olan Akdeniz diyetinin, bu mekanizmalar üzerindeki etkilerini gelin birlikte değerlendirelim.

Antiinflamatuar / Antioksidan etkiye bağlı mekanizmalar

Adipoz (yağ) doku, IL-1, IL-6, CRP ve TNF-a gibi inflamatuvar belirteçleri salgılamakta ve bunun neticesinde, oksidatif stresi uyararak inflamasyona neden olmaktadır. İnflamasyon ise insülin direncinin ilerlemesinde ve Tip 2 diyabet gelişiminde etkin bir rol oynamaktadır. Bu nedenle, obezite, sağlıksız beslenme, fazla alkol kullanımı, tütün kullanımı ve hareketsiz yaşam gibi alışkanlıklar, inflamasyonu artırmakta dolayısıyla, Tip 2 diyabet riskini artırmaktadır. Sağlıklı beslenme, aktif yaşam ve iyi yaşam tarzı alışkanlıkları ise, inflamasyona sebebiyet veren ve pro-inflamatuvar olarak adlandırılan mediyatörleri baskılayarak, oksidatif stresi azaltmaktadır.

Akdeniz diyet modelinin, Tip 2 diyabet üzerinde olumlu etki göstermesinin bir sebeplerinden biri, doğal olarak yüksek ve dengeli antioksidan içeriğidir. Antioksidan etkisi ise besinlerin içeriğindeki, fenolik bileşiklerden (özellikle flavonoidler) gelmektedir. Zeytinyağı, taze sebze, meyve, kuru baklagil gibi gıdalarda bulunan fenolik bileşikler, pro-inflamatuvar mediyatörleri baskılayarak, oksidatif stresi azaltabilmektedir. Örnek verecek olursak, sızma zeytinyağında bulunan oleuropein, hidroksitirosol ve tirosol gibi fenolik bileşikler, antioksidan ve anti-inflamatuvar etki gösterebilmektedir. Fenolik bileşiklere ek olarak, sızma zeytinyağı, balık, ceviz, avokado, badem gibi besinlerde bulunan Çoklu Doymamış Yağ Asitleri ve Tekli Doymuş Yağ Asitleri (özellikle oleik asit) anti-inflamatuvar etki göstermesine destek olmaktadır. Yağlı balıkta bulunan omega-3 ise Tip 2 diyabet için tehlikeli olan yüksek trigliserid seviyelerini düşürmeye yardımcı olmakta ve inflamatuvar aktiviteleri baskılmaya katkı sağlamaktadır. Tam ters olarak, yağlı kırmızı et, tereyağı ve paketli gıdalar gibi besinlerde bulunan doymuş yağlar, pro-inflamatuvar süreçleri teşvik etmektedir. Akdeniz diyet modeli içeriğini incelediğimiz zaman, doymuş yağdan zengin besinlerin diyette sınırlandırıldığını görebiliyoruz. Bu sayede, doymamış yağ asitleri, doymuş yağ asitlerine kıyasla çok daha yüksek oranda tüketildiği için, oksidatif stres baskılanmakta ve beta hücrelerinin işlevi iyileşmektedir. 

Tam tahıllar, sebze, meyve ve kuru baklagilller sayesinde alınan yüksek lif oranı ise, IL-6, TNF-a, CRP gibi inflamatuvar belirteçlerin serum düzeyini düşürmede etkin bir rol oynamaktadır.

 Glukagon benzeri peptid bileşiklerine bağlı mekanizmalar

Glukagon benzeri peptit (GLP-1), insülin üretimini ve salınımını destekleyen bir inkretin hormonudur. Ayrıca, pankreasın Langerhans adacıklarından salgılanan ve kan şekerini yükselten glukagon hormonunun salınımını engellemekte ve mide boşalmasını geciktirmektedir. Bu özellikleri GLP-1 hormonunu, Tip 2 diyabet yönetimi üzerinde oldukça önemli kılmaktadır. GLP-1, endotel dokudaki (kan ve lenf damarlarının iç yüzünü oluşturan doku) antioksidan savuma mekanizmalarını güçlendirmekte ve oksidatif stresi baskılamaya katkı sağlamaktadır. Bunun neticesinde, endotel dokunun işlevini yerine getirmesine yardımcı olmaktadır. Ek olarak, merkezi sinir sistemi düzeyinde tokluğu etkileyerek, iştah hissini azaltmaktadır. Böylelikle, günlük alınan kalori miktarını kontrol altında tutarak, adipoz doku birikimini önlemeye yardımcı olmaktadır. Hipergliseminin, oksidatif stresi artırarak, GLP-1 direncini artırdığı düşünülmektedir. Beta hücrelerinin GLP-1’e direnç göstermesi sonucunda, beta hücrelerinin üretiminde ilerleyen bozukluklar oluşabilmektedir. Akdeniz diyet modeli içeriğindeki besinler, GPR120 gibi G proteini kenetli reseptörleri artırarak; GLP-1’in L-hücrelerinden salınımını artırmaktadır. Artan GLP-1 salınımı sonucunda, beta hücrelerinden daha fazla insülin salınmakta ve yemek sonrası hiperglisemi durumunu önlemeye katkı sağlanmaktadır.

Dallı zincirli aminoasit yönetimine bağlı mekanizmalar

Dallı zincirli amino asitler (DZAA); enerji homeostazında, beslenme metabolizmasında, bağırsak sağlığında, bağışıklık sisteminde ve hastalık üzerinde etkin bir rol oynamaktadır. İnsüline direnç durumlarında, dolaşımda DZAA artışı görülebilir. Bunun nedeni, DZAA yıkımının azalmış / bozulmuş olmasından dolayı, serum DZAA değerinin artmasıdır. Bu nedenle, artmış DZAA (valin, lösin, izolösin), Tip 2 diyabet oluşumu ile ilişkilendirilmektedir. Artmış BCAA seviyeleri, mTOR complex 1 (mTORC1) aktivasyonuna sebebiyet vererek, insülin direncini teşvik edebilmektedir. Bununla birlikte, DZAA transkripsiyon faktörü NF-κB aktivasyonunu uyararak, proinflamatuvar sitokinlerin (IL-6, TNF-α, intracellular adhesion molecule-1, CD40L) salınımını tetiklemektedir. Bunun neticesinde, pro-inflamatuar sitokinler, insülin direnci gelişimine katkıda bulunurlar. Akdeniz diyet modelinde bulunan sızma zeytinyağı gibi besinler, plazmadaki DZAA seviyelerini düşürmeye yardımcı olarak, insülin direnci gelişimini önlemeye katkı sağlamaktadır.

Bağırsak mikrobiyotasındaki değişikliklere dayalı mekanizmalar

Bağırsak mikrobiyotası, ağırlıklı olarak bakterilerden oluşmasına rağmen mantarlar, virüsler, arkeler ve protistler gibi canlıları da barındırır. Bağırsakta yaşayan 4 temel bakteri (Firmicutes, Bacteroidetes, Actinobacteria ve Proteobateria) familyası bulunmaktadır ve her birinin birçok farklı türü mevcuttur. Bu bakteriler bağırsakta bir denge içinde yer aldıkları zaman, insan fizyolojisi ve metabolizmasında önemli görevleri yerine getirmektedirler. Sağlıklı kişilerde faydalı bakteriler ile fırsatçı bakteriler arasında bir denge vardır. Faydalı bakterilerin azınlıkta olduğu durumlarda, hastalıkların oluşum riski artmaktadır. Mikrobiyotadaki dengenin bozularak, vücuda zarar vermeye başlamasına ise 'disbiyozis' denir. Disbiyozis, Tip 2 diyabet gibi diğer birçok hastalığın oluşumunda rol oynamaktadır. Örneğin, Tip 2 diyabet; Firmucites ve diğer biturat üreten bakterilerin azalması, fırsatçı ve sülfat üreten bakterilerin ise çoğalması ile ilişkilendirilmektedir. Hayatın birçok alanında olduğu gibi, bağırsak mikrobiyotasında da denge oldukça önemli olup, bağırsak ve genel sağlığı koruyabilmek için önem taşımaktadır.

Disbiyozis; bakteri bileşenleri ve flagellin, lipoteikoik asit, peptidoglikan, lipopolisakkarit (LPS) gibi patojen-ilişkili moleküler paternler  (PAMP) ile bağırsak geçirgenliği ve Toll benzeri reseptör (TLR) aktivasyonunu artırmaktadır. Bu durum ise, inflamatuvar sitokinlerin oluşumuna sebebiyet vermektedir. Örneğin, diyabetli kişilerde LPS oranı, diyabet olmayan kişilere kıyasla daha yüksektir. Besinler ve uygulanan diyet modelleri, mikrobiyota kompozisyonu ve işlevi üzerinde etkin bir rol oynamaktadır. Besinler ve mikroorganizmalar arasındaki karmaşık etkileşimler, sağlığa yararlı veya zararlı etkiler verebilmektedir. Birçok çalışma Akdeniz diyetinin bağırsak mikrobiyotası üzerinde olumlu etkileri olduğunu savunmaktadır. Akdeniz diyeti lif ve kompleks karbonhidratlardan zengin bir beslenme modelidir. Diyet lifinin fermentasyonu sonucunda ise Kısa Zincirli Yağ Asitleri (KZYA) üretilmektedir.  KZYA karaciğer, yağ dokusu, beyin ve pankreastaki KZYA reseptörlerini aktive ederek, glikoz ve lipid metabolizmasının düzenlenmesine katkıda bulunur. Ek olarak, KZYA; GLP-1 ve GLP-2 salgılanmasını uyararak, insülin duyarlılığını, pankreasta β hücrelerinin çoğalmasını ve tokluk hissini artırabilir. Örneğin, diyabetli kişilerde, sağlıklı kişilere kıyasla daha az KZYA (özellilkle butirat) olduğu gözlemlenmiştir. Bu nedenle Akdeniz diyet modeline uyumlu beslenip, KZYA seviyelerini artırmak hem diyabet oluşumunu engellemeye katkı sağlayacak, hem de diyabetli kişilerde kan şekerini kontrol altında tutmaya yardımcı olacaktır.

2020 yılında “JAMA” dergisinde, Tip 2 diyabet hastalığının oluşumunda rol oynayan ve yazımızda bahsi geçen risk faktörlerinin, bu hastalığın oluşumuna ne oranda katkı sağladığını araştıran bir çalışma yayınlandı.  Akdeniz diyet modelinin, Tip 2 diyabet ve ilgili oluşum mekanizmaları üzerindeki rolünü araştırmak için yürütülen çalışma, yaş ortalaması 59 olan 25.317 katılımcı ile gerçekleştirildi.  Katılımcılar, ortalama 19,8 yıl boyunca gözlemlendi. Akdeniz diyetine olan uyum ise “Akdeniz Diyet Ölçeği” kullanılarak saptandı. Akdeniz Diyetine uyum skorları; 0-3, 4-5 ve 6-9 olarak 3 kategoriye ayrıldı. Çalışma süresince 25.317 katılımcıdan sadece %9’unda Tip 2 diyabet hastalığı gelişti. Ayrıca, Akdeniz diyetine uyum sağlayanlar arasında bile diyabet riski değişkendi. Çalışma sonucunda, Akdeniz diyetine uyumu daha fazla olan katılımcıların, daha az uyum sağlayanlara göre Tip 2 Diyabet geliştirme riskinin %30 daha düşük olduğu gözlendi. Başka bir deyişle, çalışma sonuçlarına göre Akdeniz diyet modeline olan uyum geliştikçe, Tip 2 diyabet geliştirme riskinin azaldığını söyleyebiliriz. Bununla birlikte, çalışma sonuçları; insülin direncindeki düşüşün, Tip 2 diyabet riskini azaltmada en etkin rol oynayan risk faktörü olduğunu gösterdi. İnsülin direncini sırasıyla aşağıdaki risk faktörleri takip etti;

  • Vücut Kitle İndeksindeki düşüş: VKİ kilonun (kg) boy uzunluğunun karesine (m2) bölünmesiyle hesaplanmaktadır. Kişilerde zayıf, normal kilolu, kilolu veya obez sınıflandırması yapabilmek için kullanılır.
  • HDL’deki artış: İyi kolesterol olarak da bilinen HDL (yüksek yoğunluklu lipoprotein), kolesterolün doku ve damarlardan karaciğere taşınmasını sağlar. Bu sayede, damarlarda kolesterol plaklarının birikmesini önlemeye katkı sağlayarak, birçok hastalığın oluşum riskini azaltmaya yardımcı olur.
  • LDL’deki düşüş: Kötü kolesterol olarak da bilinen LDL (düşük yoğunluklu lipoprotein), HDL’nin tam aksine, kolesterolü dokulara ve damarlara taşır. Yüksek LDL seviyeleri, damarlarda kolesterol plaklarının birikmesine sebebiyet vererek, birçok hastalığın oluşum riskini artırmaya katkı sağlar.
  • VLDL’deki düşüş: Bir diğer kötü kolesterol çeşidi olarak bilinen VLDL’de (çok düşük yoğunluklu lipoprotein), tıpkı LDL gibi damarlarda birikici özellik göstermektedir. LDL’den farkı ise yapısında kolesterolden daha çok trigliserid adı verilen damarlarda birikici özellik taşıyan başka bir yağ türü içermesidir.
  • İnflamasyondaki düşüş: Vücudun, her türdeki hasar karşısında (canlı, cansız yabancı etkene veya içsel/dışsal doku hasarına) verdikleri fizyolojik yanıttır.
  • Dallı Zincirli Amino Asitlerdeki artış: Esansiyel amino asit olan DZAA’ler; valin, lösin, izolösin olarak bilinmektedir. DZAA’ler vücut tarafından üretilemediği için, besinler ile alınmalıdır. Glikoz alımını artırmaya ve insülin direncini azaltmaya katkı sağlamaktadırlar.
  • Kan Basıncındaki düşüş: Kan basıncı, dolaşım sistemi atardamarları içindeki kanın basıncıdır. Kan basıncı yüksekliği birçok hastalığın oluşumuna davetiye çıkarabilmektedir.
  • HbA1c’deki düşüş: HbA1c, diyabet teşhisi için en sık kullanılan testtir. HbA1c, geçmiş 2-3 aylık dönemdeki ortalama glikoz değerini yansıtır.

Genel olarak çalışma sonuçları, Akdeniz diyeti ile beslenerek, hem tip 2 diyabet, hem de kalp-damar hastalığı ve kanser gibi diğer birçok hastalığın oluşumunda rol oynayan risk faktörlerini elimine etmeye ve dolayısıyla hastalık riskini düşürmeye katkı sağlayabileceğinizi göstermektedir.

Sonuç

Birçok bilimsel çalışma, Akdeniz diyetinin hem Tip 2 diyabet riskini düşürmeye katkı sağladığı, hem de tedavi sürecini desteklediğini savunmaktadır. Bu nedenle hem genel sağlığı geliştirmek hem de Tip 2 diyabet hastalığından korunmak için Akdeniz diyet modeline uyumlu beslenmenizi tavsiye ederiz. Akdeniz diyet modeli ile beslenerek sadece tip 2 diyabet riskini değil, aynı zamanda kanser, bağırsak hastalıkları, kalp-damar hastalıkları, Alzheimer gibi birçok hastalık riskini azaltabilirsiniz.