Kanseri en yeni ilaçlar ve teknolojilerle tedavi etmenin maliyeti her geçen gün artmaktadır. Gelişmiş ülkeler dahi bu maliyetleri karşılayamayacakları endişelerini paylaşıyor. Bu yeni tedavilerin, yaşam sürelerini, yüksek fiyatları ölçüsünde artırıp artırmadığını da bir yandan tartışıyoruz. Tüm bunlarla birlikte gelişmiş ülkeler tarafından yeni ilaçları ve teknolojileri geliştirmeye harcanan çabanın çok daha azı, hastaların daha iyi bir bakım / sağlık hizmeti alması için harcanıyor; ki hastaya iyi bir destekleyici bakım uygulamak, yaşam sürelerine ve yaşam kalitesine kanser ilaçları kadar katkı sağlayabiliyor. Birşeyleri ciddi şekilde gözden kaçıyor olabiliriz…

Kanser Tedavi Şansı Elde Etmek İçin Umut(Suzluk)la Bekleyen Hasta

Bizim de içinde olduğumuz sağlık alanında gelişmiş ülkelerin kanser tıbbındaki dertlerini bir kenara bırakırsak, Nijerya, Malezya, Hindistan ve diğer çoğu düşük ve orta gelirli ülkelerde, yüzlerce kişinin kanser doktorunu görmek için caddelerde kuyruk olup bekledikleri sıkça görülür. Bu bölgelerde kanser tedavisinde öncelikli olarak kemoterapi kullanılırken, radyoterapi ve ameliyat pek uygulanmaz. Aslında düşük gelirli ülkelerdeki insanların %90’ının temel radyoterapiye dahi erişimi yoktur.

Orta ve Düşük Gelirli Ülkeler İçin Kanser Tedavisinde Teknoloji Odaklı Yaklaşımların Zararı Yararından Çok Olabilir Mi?

Kanser tıbbıyla ilgili politikaları değerlendirmek için son 15 yıldır, 40 ülkeden bir düzineden fazla klinik araştırmacı grubu bir çalışma yürütmektedir. Elde edilen veriler özetle şunu göstermektedir: onkolojiyle uğraşan tüm çevreler (araştırmacılar, doktorlar, politikacılar ve hasta bakım toplulukları), eğitime ve personele odaklanmalı, bu sayede her hastaya doğru zamanda doğru bakım garantilenmelidir.

Büyüyen Bir Problem

Her yıl yeni tanı konulan kanser sayısı artmakta. On yıl önce, dünya genelinde 12.7 milyon insan kanserle birlikte yaşıyordu ve bunun yaklaşık 290 milyar dolarlık bir ekonomik etkisi vardı. 2030'a kadar 21.7 milyon kişinin 458 milyar dolar öngörülen bir maliyetle bundan etkilenmesi bekleniyor; bunun nedeni, artan yaş ortalaması ve çoğalan nüfus ile yaşam tarzı değişiklikleridir. Fakat bu sayılar ülkeler arasında çarpıcı olarak değişmektedir.

EUROCARE-5 veritabanına göre, Avrupa ülkeleri arasında dahi, kansere bağlı mortalite ve morbidite oranlarında büyük farklılıklar vardır. Örneğin, 2014 yılında Danimarka (en iyi kanser hizmeti sunan ülkelerden biri) ve Litvanya'da (en kötü) meme kanseri yaşayan hastalar için hayatta kalma oranlarında % 14.5 fark vardı. Rektum kanser için hayatta kalma oranları ülkeden ülkeye % 32 kadar değişkendi.

Mortalite oranı, her 1000 kişi başına yıllık olarak yeni gerçekleşen ölümlerin oranıdır. Kaba ölüm hızı olarak da bilinir.

Morbidite oranı, belirli bir nüfusta belirli bir zaman dilimi içerisinde hastalığa yakalananların sayısının, sağlıklı kalmış nüfusa oranıdır. Mortalite hızı da denir. Bunun yanında mortalite kelimesi hastalık hali olarak da kullanılmaktadır.

Benzer bir şekilde Asya'da da ciddi farklılıklar söz konusu: meme veya kolorektal kanser için, tanı konduktan 1 yıl sonrasında yaşamını kaybeden hasta oranı; 2012 yılında yapılan araştırmaya göre Malezya’da %12 iken Myanmar’da %45 olduğu görüldü. Bu sırada, Tayland’da hastaların 1/4’ü, Vietnam’da 2/3’ü tedavi masrafları nedeni ile ciddi finansal sorunlar yaşadı.

Düşük gelirli ülkelerdeki hastanelerde, çeşitli kanser tedavilerinde ihtiyaç olan temel altyapı ve personel yetersizdir. Mumbai'deki Tata Kanser Merkezi, Hindistan'ın en eski ve en büyük kanser tedavisi ve araştırma merkezidir. Her yıl yaklaşık 40.000 hastayı gören 164 kıdemli öğretim üyesi vardır. Bu merkez, Amerika’nın en önde gelen kanser merkezlerinden biri olan MD Anderson Kanser Merkezi ile karşılaştırdığında; MD Anderson’da yılda 33.000 kanser hastası görülür; ancak 11 kat fazla kıdemli öğretim üyesi ile (1.834).

Yine benzer şekilde, Sahra Afrika'da, sadece 16 ülke temel patoloji hizmetlerine erişebilmektedir. Kanser tanı-teşhis için gerekli ekipmanlara eğitimli personele ihtiyaç vardır. Afrika'da genel olarak her 2.3 milyon kişi için ortalama bir patolog vardır. Yüksek gelirli ülkelerde, genellikle her 15.000 ila 20.000 kişi için bir patolog vardır.

Bu ülkelerde bir başka sorun da kanserlerin çoğunlukla ileri evrelerde teşhis edilmesidir. Meme kanseri için beş yıllık sağkalım oranı Tunus'ta sadece% 68.4'tür (ülkemizin de içinde bulunduğu sağlıkta gelişmiş ülkelerde bu oran %85’in üstündedir). Bunun bir sebebi düşük ve orta gelirli birçok ülkede kanserli kadınların toplum tarafından damgalanabilme ihtimalidir. Çoğu kadının doktora gitmek için eşlerinden izin alması gerekir ve kanser teşhisinin boşanmasına neden olacağından korkarlar.

Eğitim ve bilinç eksikliği, maddi imkansızlıklar ve tedavinin bulunmaması, hastalara yeterince erken tanı konulmasını önleyen ana faktörlerdir. Tüm bunlar değerlendirildiğinde birçok düşük ve orta gelirli ülkenin kendi yetersizliklerine rağmen, kanser bakımı bütçelerini teknolojiye ayırmaları oldukça kaygı vericidir.

Maliyeti Düşünelim

Son on yılda kanser için hedefe yönelik ve immünoterapi ilaçların patlaması görüldü. Yeni teknolojilerin sayısı cerrahide, robotik alanlarda ayrıca artmıştır. Tomoterapi ve proton tedavisi gibi yeni tekniklerin de her yıl kullanımı yaygınlaşır.

Gelişmekte olan ekonomilerin çoğu, şu anda bu yüksek teknoloji müdahalelerine yatırım yapıyorlar. Hatta yüksek gelirli ülkelerin satın alma, müzakere güçlerinden yoksun olmalarına ve satın alınan ürünlerin maliyet etkinliğini belirleme sistemleri bulunmamalarına rağmen.

Bu konuda çarpıcı bir örnek yeni radyoterapi teknolojilerinden olan proton tedavisidir. Bu teknoloji, birçok kanser türü için klasik radyoterapiye herhangi bir üstünlüğü gösterilmediği ve çok daha fazla maliyetli olduğu halde, Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika'da en az 18 adet bu makineden kurulması planlanıyor. Her makinenin maliyeti 140 milyon dolar civarında. Bu ülkeler, bırakın maliyet etkinliği gösterilememiş bir teknoloji olan proton tedavisini kurup kullanacak altyapıya sahip olmayı, temel radyoterapi ekipmanlarında ve insan kaynaklarında yaklaşık % 60'lık bir açığa sahipler.

İşin bir başka boyutu da kanser ameliyatlarıdır. En düşük gelirli ülkelerdeki hastaların % 5'inden daha azı güvenli, uygun maliyetli ve zamanında kanser cerrahisine ulaşabilmektedir; orta gelirli ülkelerde ise bu rakam % 22. Yine aynı ülkelerde, her yıl immünoterapi ilaçlarına yüzlerce milyon dolar harcanıyor.

Bununla birlikte kanser tıbbındaki her gelişme çok değerlidir, çünkü milyonların yaşamını kurtarma potansiyeline sahiptir. İmmünoterapiler, hedefe yönelik kanser ilaçları, CAR-T ve crispr gibi yeni kanser tedavileri gerçekten büyük bir bilgi birikimi ve ileri teknoloji ürünleri oldukları için oldukça maliyetlidir. Bunun yanında kanserin binlerce yıllık tarihinde ilk kez olarak bu tedavilerle kanseri önce yönetilebilir, sonra da tamamen tedavi edilebilir bir hastalık haline getirebilceğimizi düşünmeye başladık (kanserin bitkilerden elde edilecek özütlerle değil, ancak karmaşık biyolojisine özgü ürünlerle tedavi edilebileceği bilimin öncüleri tarafından çoktan anlaşıldı ve kanser tedavisi adına çabaların çoğu genetik teknolojilere yönlendirildi). Her yeni üründe olduğu gibi bir müddet sonra bunlar da daha kolay ulaşılabilir durumda olacaktır (örneğin patent sürelerinin dolması ile biyobenzerleri yapılarak). Fakat bu yeni gelişmelerin heyecanı asıl odaklanmamız gereken noktayı gözden kaçırmamıza sebep olmamalı; mevcut imkanlarımız eşit ve akılıca kullanarak, iyi sağlık hizmeti verecek personeli eğiterek, hastalarımızın yaşam süreleri ve kalitesine, ulaşamakta zorluk çektiğimiz yeni ilaçlar ve teknolojilerden daha fazla katkıda bulunabiliriz.

Kısacası, gelişmekte olan ülkelerde hayatları kurtarabilen (erken tanı için kanser tarama testleri, temel cerrahi ve radyoterapi gibi) tedavilerin kullanımı azdır ve hastaya büyük harcamalarla yapılan müdahalelerde aşırı kullanımı vardır, bu da hastaya anlamlı bir fayda sağlamamaktadır. Ayrıca hastaya verilecek bakımın kalitesine daha az önem veriliyor olması sadece imkanı sınırlı olan ülkelerin değil, gelişmiş ülkelerin de sorunudur. Bu sorun için hızlı ve az maliyetli çözüm önerilerimiz şu şekildedir:

  • Daha iyi bakım için sağlık personelinin eğitimi, yeni bir ilaç geliştirmeye göre çok daha düşük maliyetle daha iyi hastalık sonuçları vaadetmektedir.
  • Onkoloji ekibinde bu alanda uzmanlaşmış yeteri kadar sağlık profesyoneli olmalı (örneğin onkoloji hemşireleri, palyatif bakım uzmanı, tamamlayıcı tıp uzmanı gibi),
  • Hasta ve yakınının eğitimine önem verilmeli - tüm tedavi süreci dahil,
  • Tedavinin yanında hem sosyal, hem psikolojik destek verilmeli,
  • Onkolojik rehabilitasyon ve palyatif bakım hizmetleri kanser tedavisinin rutin bir parçası olarak sunulmalı,
  • Sigarayı bırakmak için destek verilmeli (sık dile getiriyoruz fakat önemi şu rakamlarla daha iyi anlaşılabilir: Avrupa toplumunda sigara içme sıklığının sadece %5 azalmasının, kansere bağlı erken ölümleri ve tedavi masraflarını önleyerek her yıl ekonomiye 10 milyar Avro katkı sağlayacağı öngörülmüştür).
  • Kanserlerin çoğu 50’li yaşlardan sonra gözükse de kanserden koruyacak sağlıklı yaşam alışkanlıklarının çocukluk çağında başlaması gerekliliği bilinci için sağlık politikaları oluşturulmalı ve kararlılıkla yürütülmeli.

Yazımızı, esinlendiğimiz bu Nature makalesinin yazarı Prof. Dr. Richard Sullivan'ın sözü ile bitirelim: "Kanserde teknolojiler 'sadece' araçlardır. İyi sonuçlar için sosyo-politik ve ekonomik sistemler önemlidir."