
Kanserin evrimleştiğini biliyor muydunuz? Peki, önüne geçilebilir mi?
Kanserin yayılması, gelişmesi ve bunlarla birlikte gelen zararları önlemek; kansere tedavi ve çare bulmak, onkoloji birimlerinin temel hedefleri arasında olmuştur. Kansere evrimsel bir bakış açısı ile yaklaşmak, belli başlı giz perdelerini aralayabilir. Bu konudan bahsetmek için önce birkaç temel bilgiye ihtiyacımız var.
Kansere dair – Kanser nedir?
Kanser, canlılığın prensiplerinin doğası gereği oluşan, evrimin mekanizmalarının işleyişinin bir yan etkisi olarak nitelendirilebilir. Biriken DNA hasarları (bazı kanserlerde viral faktörler) yüzünden, hücrelerin kontrolsüz büyüme ve vücudun sağlıklı yerlerine de metastaz yapma (yayılma) özelliği gösterdikleri gözlemlenen hastalıklar grubuna kanser denir.
Çoğu zaman bu kontrolsüz bölünmenin sebebi, genetik kodda meydana gelen planlanmamış değişikliklerdir. Mutasyon adı verilen bu değişiklikler çeşitli yollarla meydana gelebilir: kimi zaman UV ışınları DNA’nın yapısını bozabilir ve onarım sistemleri bu hasarı tamamıyla onaracak kapasitede değildir, kimi zaman DNA yanlış eşlenir ve bu hatayı onarmak eşlenme esnasında unutulur, kimi zaman ise ortamdaki zehirli madde miktarı hücrenin topolojisine etki eder; bölünme sistemlerinin düzgün işleyişine mâni olur (topoloji, yüzeylerin ve genel şekillerin özelliklerini inceleyen, fakat uzunluk ve açılarla ilgilenmeyen geometri/matematik dalıdır). Bu gibi durumlarda DNA onarım sistemi, apoptoz (programlı hücre ölümü) veya bağışıklık sistemi devreye girer. Kanserin ortaya çıktığı durumlarda, bu kontrol mekanizmalarında bir zayıflık söz konusudur. Örneğin, zayıf bir bağışıklık sistemi mutasyonlu hücrelerle başa çıkma konusunda güçlü bir bağışıklık sistemine nazaran daha etkisiz kalacaktır. Veya kimi insanların bağışıklık sisteminde, kanserli hücreleri daha iyi tanıyan özelleşmiş bağışıklık sistemi hücreleri bulunabilir (örneğin 100 yaşını aşan kişilerde bu özelleşmiş immün hücreler tanımlanmıştır; bakınız ilgili keşif).

Şeklin açıklaması: Üst kısmında, DNA hasarına sebep olan durumlara karşı, alt kısımda bu hasarların en yaygın onarım mekanizmaları resmedilmiştir.
Kanser, en düşük tesiriyle yaşam kalitesini düşüren, en yüksek tesiriyle de yaşamı sonlandıran bir olgudur.
Kanserin birçok hücre türünde meydana gelebiliyor oluşu, kanserin en önemli başlangıç kozudur. Bunun en temel görünen sebebi, hücre evrimsel süreçte kompleksleştikçe beraberinde oluşan çeşitli sistemlerin onarımının zorlaşması; onarım elemanlarının henüz optimize edilmemiş oluşu veya bu elemanların optimize edilmeleri için gerekli sistemin/sistemlerin hücrede bulunmayışıdır. Bundan dolayıdır ki, canlılar kompleksleştikçe kanser de bu canlılarla birlikte evrilip yarınlara ulaşır. Evrim var oldukça, yani maddeler bir formdan diğerine zaman içerisinde dönüştükçe, “kanser” tanımımıza uyan organik yapılanmalar da var olacaktır. Fakat, insanlığın son dönemlerde yaptığı çalışmalar bir umut ışığı olmuş; bildiğimiz kanser çeşitlerinin birçoğunun önüne geçme çabasına katkıda bulunmuşlardır.
Kanserin 4 temel çeşidi vardır
- Bez ile epitel dokularda oluşabilen ve solid (katı, organ) tümörler oluşturan karsinom, en yaygın kanser çeşididir. Prostat kanseri, meme kanseri, akciğer kanseri ve kolon kanseri, bu çatı altında yer alır.
- Yumuşak doku kanseri olarak da bilinen; kas, sinir, yağlarda, tendon, damar vb. yapılarda oluşan ve yumuşak tümörler oluşturan sarkom, nadir bir kanser çeşididir.
- Lösemi, aynı zamanda kan kanseri olarak da bilinir. Basitçe, kemik iliğinde kontrolsüz bir biçimde anormal akyuvar üretilmesidir. Bu anormal akyuvarlar bir müddet sonra ölmek yerine çoğalmaya devam ederler. Bu da kanda alyuvarlara pek yer kalmayacağından, taşınan ve iletilen oksijenin azalacağı anlamına gelir. Büyük bir oranla tümör oluşumu gözlemlenmez.
- Lenfoma, B, T ve doğal katil lenfosit hücrelerinde (akyuvar çeşitleri; patojen tanımlamada görev alırlar) meydana gelir. Tümör oluşumu gözlemlenebilir.
Tümörün temel 2 çeşidi vardır:
- İyi huylu tümörler (benign), metastaz yapmayan, genellikle çevreleri bir bağ dokuyla sarılı ve belli bir müddet bölünen tümörlerdir. Özellik bakımından normal hücrelere daha çok benzerler. Lakin, oluşturdukları kompakt yapılanma yüzünden sinirlere hasar verebilirler, kan akışını azaltabilirler ve dolaylı yoldan iskemi temelli kangrene sebebiyet verebilirler, organ hasarına yol açabilirler vb… İyi huylu tümörlerin çevresinde düşük oranda anjiyogenez (yeni damar dallanması) gözlemlenir, bu da tümörün hızlı büyüyememesinde ve metastaz yapamamasında önemli bir rol oynar.
- Kötü huylu tümörler (malign), metastaz yapabilen, aşırı kontrolsüzce çoğalan tümörlerdir. Bu tümörler, etki ettikleri bir organın faaliyetini direkt veya indirekt yollardan bozabilir. Direkt yola, kanserin yapının üzerinde meydana gelip yapının faaliyetine etki etmesi; indirekt yola ise aşırı miktarda anjiyogenez gözlemlenen durumlarda, kandaki oksijenin ve besinin ağırlıklı olarak tümör gelişimi için harcanması örnek verilebilir. Aynı zamanda, yüksek anjiyogenez oranı sayesinde metastaz yetisi de önemli derecede gelişmiştir. Kötü huylu tümör olmaya eğilim gösteren tümörlere pre-malign tümörler denir. Pre-malign tümörler, sıkı gözetim altında tutulmalıdır, aksi taktirde malign tümörlere dönüşebilirler.
Her kanser tümör oluşturmaz, her tümöre de kanser tanısı konulmaz Çoğu iyi huylu tümör kendiliğinden geçecektir veya vücudunuzdaki birtakım et benleri (bkz: benler ve et benleri arasındaki fark) gibi sizinle beraber olacaktır (et benlerinin kanserleşmesinde birtakım kriterler söz konusudur; kimileri kanser habercisi olabilir).
Evrim nedir?
Kanserin evriminden bahsedilmeden önce, bir de evrim tanımı yapılmalıdır. Evrim sıkça biyolojik yönü temel alınarak anlatılsa da, esasında evrenimizin işleyiş mekanizmasının kanunu olarak sunulmalıdır. Evrim, küçük değişikliklerin zaman içerisinde birikerek büyük farklılıklara dönüşmesidir. Köken alınan bir şeyin, ufak tefek değişiklikler ile, eninde sonunda yeni bir şey oluşudur. Bu, canlılar bir yana, dünyevi her şey için geçerlidir. Şu açıdan bakalım:
Bu olguyu her yerde, her zaman, her alanda görebilirsiniz. İnsanların kişilikleri, kültürlerin değiş tokuşu, kıtaların hareketleri, müzik enstrümanlarının değişmesi ve gelişmesi, savaş aletlerinin gelişimi, tedavi yöntemlerinin gün geçtikçe çoğalması gibi uzun sürede meydana gelen şeyler; ebeveynlerin evlatları veya torunları ile olan ilişkilerinin farklılığı, müzik algısının değişmesi, günümüz karpuzlarının bundan yüz yıl önce yetişen karpuzlara nazaran daha etli olmaları gibi bir önceki örneklere kıyasla daha kısa sürede gelişen şeyler evrime en güzel örnekleri oluştururlar.
Evrim dediğimiz şey, yukarıda da tasvir edildiği gibi, bir genel terimdir. Moleküllerin evrimini ve yeni maddelerin oluşumunu inceleyen kimyasal evrim, Büyük Patlama’dan itibaren yavaşça düzene oturan fizik kanunlarını (ve dolaylı yoldan kimyasal, kozmik ve biyolojik olguları da) inceleyen fiziksel evrim, canlılığı ve canlıların barındırdıkları komplekslikleri inceleyen biyolojik evrim, evrimin üç temel dalıdır. Bu üç temel dal, bilimin sayısız dallarına öncülük etmiştir.
Makroevrim ve mikroevrim kavramları, evrimin yeni bir basamağa erişmesi için geçen süre baz alınarak evrimi iki gruba ayırır. Makroevrim, uzun bir müddet süren değişikliklerin birikmesini tanımlarken; mikroevrim, göreceli olarak kısa bir zamanda gerçekleşenleri tanımlar. Bu başlığın altındaki ikinci paragrafta verilen örnekler, sırası ile makroevrim ve mikroevrime uyacak şekilde yazılmıştır.
Teori, kanun ve olgu arasında ne fark vardır?
Evrim kavramını "kısaca" açıklandığımıza göre, evrim ve Evrim Teorisi arasındaki farkı açıklamak için - yine "kısaca" - teori, kanun ve olgu arasındaki farka göz atalım:
İnsanların, birbirlerine bilgi aktarımı esnasında kimi noktada seçici davranmaları, zaman içerisinde önemli noktaların unutulmasına yol açmıştır. Teori ve kanun tanımları, yıllarca müfredatlar arasındaki çatışmada hasar görmüşlerdir. Bu iki bilimsel terim, birbirlerine dönüştürülemeyen ve tamamen ayrı işlevlere sahip olan iki alettir. Unutmamalıdır ki, ikisi de bilimsel metotlara dayanır ve küçük parçalardan büyük parçalar haline getirilirler. İkisi de deneylere ihtiyaç duyar ve kesin kanıtlar gerektirir. Bu açıdan birbirlerine benzeseler de, şu açıdan bir benzerlik söz konusu değildir:
- Teori, bir olguyu açıklamak için kullanılır. Teoriler, bir gözleme dayalı hipotezlerden köken alırlar. Teoriler, bir olguyu tamamıyla açıklamak için epey bir miktar kanıta ihtiyaç duyarlar. Bu olgular üzerine daimî bir araştırma söz konusudur ve teorinin sunduğu açıklamayı gittikçe daha doğru ve kabul edilir kılmak için bir sürü bilim dalından destek alınır. Ekonomik Teori, Bilgi Teorisi, Evrim Teorisi, İzafiyet Teorisi, Büyük Patlama Teorisi, Hücre Teorisi, buna verilecek birkaç güzel örnektir.
- Kanun, bir olguyu betimlemek için kullanılır. Kanunlar da gözlemlerden oluşturulan hipotezlerden köken alır. Kanunlar, betimledikleri olgular hakkında dünyanın her yerinde yapılan deneylerin aynı sonucu vermesine ve bilim bazında birer temel oluşturup oluşturamayacaklarına göre oluşturulurlar. Kanunların açıklamalarını yine teoriler üstlenir; teorilerde kullanılan olguların ne olduklarının tasvirini kanunlar üstlenir. Bu düalite, bilimin ilerlemesi açısından oldukça önemlidir. Yerçekimi Kanunu’nun İzafiyet Teorisi’nde kullanılması, Ohm Kanunu’nun Devre Teorisi’nde kullanılması, Kütle Korunumu Kanunu’nun Kinetik Teori’de kullanılması, buna verilebilecek birkaç güzel örnektir.
- Olgular ise, üzerinde araştırmalar yapılan, bu araştırmalardan hipotez oluşturulan ve bu hipotezlerden yola çıkılarak uzun ve emek isteyen çalışmalar sonucunda kanun veya teori hazırlanan; gözlemlenebilen ve varsayıma dayalı olduğu halde kendisi bir varsayım olmayan şeydir. Bilimde kabul edilen olgu kavramı, ontolojik materyalizme dayalıdır; yani bir olgu her ne kadar doğaüstü veya doğa dışı dursa da temelinde evrenin mekanizmalarınca açıklanabilir ve kökenine inilebilir. Bu bakış açısı, bilimin ilgilendiği ve üzerine çalışmalar yürüttüğü mekanizmalarla bir uyum içerisinde olduğundan, bilim insanlarınca kabul edilir ve kullanılır.
Sonuç olarak, evrim ve Evrim Teorisi arasındaki fark artık rahatlıkla görülebiliyor: Evrim bir olgu iken, Evrim Teorisi bu olguyu açıklamaya ve anlamlandırmaya; üzerine çalışma yapmaya yarayacak zeminleri oluşturmaya yarayan bir alettir.
Şimdi de evrimin ve biyolojik evrimi açıklayan (müfredat konusu) Evrim Teorisi'nin onkolojik yorumuna göz atalım.
Kanserin evrimi; evrimsel biyoloji ve adaptif terapi

Şeklin açıklaması: Hücreler bölündükçe, anormal büyüme sağlayabilen ve tümörler oluşturabilen mutasyonlar kazanırlar. Tümörler ve metastazları, çeşitli hücre gruplarından oluşabilir. Yani metastatik tümörler, başlangıç kanser hücresinden oldukça farklı fenotip (görünüm) ve genotipe (genetiğe) sahip olabilir.
Kanser hücreleri vücudumuzun her yerinde oluşabilir. Bundan ötürüdür ki kanser birçok farklı hücre tipinde gözlemlenebilir. Kanserin evrimini anlamak için öncelikle kanserin vücudumuzda nasıl oluştuğuna bir göz atalım.
Kanser, germ (üreme hücrelerimizde) oluşup kalıtsal bir özellik olarak sonraki nesillere aktarılabileceği gibi (kalıtsal meme ya da yumurtalık kanseri), somatik (vücut) hücrelerimizde meydana gelip sadece bedenimizce sınırlı da kalabilir (bakınız kanserde ailesel, kalıtsal ve sporadik kavramları). Her iki yolda da, kanserin oluşması için belli kriterler söz konusudur. Bu kriterlerden çoğu evrimsel baskılardır.
Evrimsel baskılar, kısaca, canlının olumlu veya olumsuz yönde değişmesine sebep olan etmenlerdir.
Bu kapsamda, ekolojik bir örneği onkolojik bir bakış açısında inceleyelim:
Canlıların esasında en temel hedefi, üreme zamanına kadar hayatta kalmaktır. Birçok risk, çiftleşememe ihtimalini de beraberinde getirir: Rekabet, açlık, susuzluk, çevresel etmenler, kalıtsal özellikler (genleri ifade edebilme kuvveti vb.); canlının zekâsı ve avlanma metotlarının verimliliği gibi nice faktörler soyunun devam edebilmesi açısından önemli rol oynarlar. Bu seçilim baskıları ile başa çıkabilmek, bu faktörlerin oluşturduğu doğaya uyum sağlamak; üreme dönemlerini başarıyla atlatmak ve bu süreç boyunca alınan hasarı en aza indirmek, canlının uyum başarısı (fitness) olarak tanımlanır. Evrimsel süreçte, başarılı canlıların üzerlerindeki seçilim baskıları, canlıların ömürlerinin hangi dönemine kayarsa, canlıların en faal ve en enerjik olduğu dönem de o zaman aralığına eğilim gösterir. Aslına bakarsanız bu kaotik bir süreçtir ve bunun gibi baskılardan sadece gelecek baskılara hazır olanlar sağ çıkabilirler.
Vahşi doğadaki farelerin ömürleri yaklaşık 1 senedir, fakat laboratuvar farelerinin ömürleri 2 ila 3 yıl arasında değişir. Laboratuvar farelerinde kanser vakaları, doğadaki kuzenlerine oranla daha sık görülür. Bu farkın önemli sebeplerinden biri, laboratuvar farelerinin yaşlı olmalarıdır. Hücrelerimiz, yaşlandıkça fonksiyonlarını yitirirler (ama unutmayın ki, vücudumuzda her gün 230 milyar civarı yeni hücre üretilmekte. Bahsi geçen konu hücrelerin ölümlerinden ziyade, yeni oluşan hücrelerin zaman içerisinde fonksiyonlarını kaybetmeleridir). Bu fonksiyonların yitirilmesi - yukarıda da bahsi geçen sebeplerce - bir bakıma canlının, "gençliğinin" (maksimum enerjiye ve optimum üreme potansiyeline sahip olduğu dönemi) evrimsel baskıların kaydığı döneme çekilmesi için çok büyük önem arz eder. Ömür içerisindeki bu enerji dağılımındaki oynamalar, direkt olarak uyum başarısıyla alâkalıdır.
- İlgili konu: Kanser neden çoğunlukla yaşlılıkta görülür? İleri yaşta tedaviye yaklaşım
Vahşi doğadaki farelerin zaten yaşlılık dönemlerine zar zor eriştiklerini söyleyebiliriz. Bu sebeple, farenin bedenindeki hücreler hâlâ nispeten "genç" hücrelerdir ve farenin bedenindeki hücre grupları, en verimli ve nispeten en işlevsel hâllerindelerdir. Bu hücre gruplarının yüksek uyum başarıları, kanser oluşumunu önleyen veya durduran sistemlerin en aktif bir biçimde çalışıyor olmalarına delalettir.
Şimdi de bunu hücre bazına çekelim:
Hücrelerin kanserleşmesinin sebeplerinden biri de, dokularımızdaki hücre gruplarının uyum başarılarındaki dalgalanmalardır. Karsinojenik, yani kanser yapıcı maddeler (asbest, kadmiyum, nikel, vinil klorür vb.), bağışıklık sistemi bireyin yaşına oranla iyi çalışmayan (yani uyum yeteneğinde eksiklikler olan) canlılardaki kimi hücre gruplarının normal işleyişini bozabilmekle beraber, bu hücrelerde DNA hasarına yol açabilir. Bu olduğunda -hücrenin yaşının el verdiği kadarıyla hasarları onarabilme yeteneğine bağlı olarak - hücrenin mekanizmaları bozulabilir ve hücre kanserleşebilir. Buna ilaveten, karsinojenler belli durumlarda uyum başarısı yüksek olan hücre gruplarının da kanserleşmesine sebep olabilir; iş biraz da bu karsinojenlerin ne sıklıkla ve ne kadar yoğun bir biçimde vücuda alındıkları ile alakalıdır (bakınız, kanser yapıcı bir madde ne zaman kanser yapar).
Evrimsel baskılar sebebiyle kanserleşen hücreler dışında, bir de kanser kök hücresinden (CSC) meydana gelen kanser hücreleri vardır. Bedenimizdeki her hücre, hayata köken aldığı (ilk olarak oluştuğu) bölgede bir kök hücre olarak gelir. Kök hücreler henüz spesifik (belli) fonksiyonlar kazandırılmamış hücrelerdir.
Doğal kök hücreler; yetişkin kök hücresi ve embriyonik kök hücre olarak ikiye ayrılır. Esasen iki kök hücre tipi de birçok çeşit hücreye dönüşme yeteneğine sahipken, embriyonik kök hücreler vücudumuzdaki her hücreye dönüşme yeteneğine sahiptirler ve asıl amaçları embriyoyu oluşturmaktır. Yetişkin kök hücreler (kemik iliğindeki alyuvar vb. kök hücreleri, nöronları vb. oluşturan nöral kök hücreler…) embriyonik kök hücrelere nazaran daha az potansiyele sahiplerdir ve vücuttaki her hücreye dönüşemezler; bir organ-sistem aitliği ilişkisi söz konusudur ve asıl amaçları doku onarımıdır.
Yetişkin kök hücrelerinden bahsedelim: Tüm somatik (vücut) hücrelerden ve üreme hücrelerinden daha uzun ömürlülerdir ve ilgili organda belli sayılarda tutulurlar. Vücudumuz, yetişkin kök hücrelere ihtiyaç olmadıkça yenisini üretmeyecek şekilde evrimleştiği için, hâlihazırda bekleyen kök hücrelerde mutasyon birikme riski söz konusudur. Bu hücreler yeterli sayıda ve belli onkojenik mutasyonları biriktirdiyse, kullanıldıkları yerlerde tümör oluşturabilirler. Eğer edindikleri mutasyonlar metastaza izin veriyorsa, bu hücrelere metastatik kanser kök hücreleri (MCSC) denir. Bu konu hakkında hâlâ çalışmalar yürütülüyor; metastazın moleküler haritasını çıkarmak ve kök hücrelerin kanserleşme özelliklerini anlamak, kanseri yenmemiz açısından mühim olabilir.
Kanserle ilişkili 3 gen tipi vardır
Bunlar;

Evrimsel biyoloji, kanseri yenmemizde bize nasıl yardım edecek?
Bu sorunun cevabını, yine seçilime bağlamak mümkün:
Kemoterapi, çoğu zaman tümörleri küçültmede başarılı olsa da, kanser, belli durumlarda kendisini nüks / tekrar etmenin bir yolunu bulabilir (bakınız hangi kanser ne oranda nüks eder). İşte bu "bulduğu yol" evrimsel biyolojiyi ilgilendiren kısım. Doğal seçilim bazında Evrim Teorisi, kemoterapi seansları sonrası nüks eden daha kuvvetli kanserleri açıklarken, "en çok uyum gösterenin hayatta kalması", "en iyinin hayatta kalması" veya "en güçlünün hayatta kalması" (survival of the fittest) olarak da bilinen kavramdan yararlanır: Kemoterapi, uygulandığı bölgede yalnızca kanser hücrelerini yok etmekle kalmaz, aynı zamanda - daha az olmak üzere - sağlıklı hücrelere de zarar verir. Bu yüzden "kemoterapi bombardımanından" sağ çıkabilen hücreler, uyum başarısı yüksek olan hücrelerdir. Tabiidir ki, bu hücrelerin mutasyona en açık ve değişime en yatkın hücreler olması, yani kanser hücresi olmaları beklenir. Bir tane bile kanser hücresi sağ kalırsa, tümörün nüks etme ihtimali hâlâ var demektir. Bununla birlikte kemoterapiye çok duyarlı olan kanser türlerinde - testis, kolon, meme başta olmak üzere - kemoterapi ile kür (tam tedavi) sağlanabilmektedir.
Kanserde ilaç direnci problemi ile baş etmek için adaptif terapi (AT) kullanımı denenmektedir. Daha zahmetli ve gereksiz bir terapi yöntemi olarak lanse edilse de AT, hastaya verilebilecek en az zararı temel alan bir terapi biçimidir. Bu terapi yönteminde, kanser hücrelerinin kendi bölgelerinin olmasına izin verilir ve bu bölge içerisinde kendilerince uyum başarısı göstermeleri sağlanır. Böylece hücrelerin proliferasyon (çoğalma) yapabilmeleri için sahip oldukları sistemlere harcayacakları enerji, hücre grubunun uyum başarısının stabil tutulması için harcanır; bu kanser grubundaki hücrelerin fenotipleri (topolojik özellikler; kanser hakkında konuşurken “dayanıklılık sağlayan gen ifadelerinin fiziksel özelliklere yansıması” denebilir) homojen bir hâlde tutulur. İşte bu homojenlikten istifade edilir ve fenotipleri benzer hücrelerden oluşan bu kanser grubuna yapılan bombardımanlardan sağ çıkan kanser hücrelerinin sayısı minimuma indirilir.
Bu yöntem, sağlıklı hücrelere verilen hasarı azaltır. Ayrıca kanser hücrelerinin evrim basamaklarını tırmanmasına ve dolaylı yoldan dayanıklılık üstüne dayanıklılık kazanmasına engel olur. Bunun sonucu olarak, bu hücreler için gereken kemoterapi dozajının da az oluşu; böylelikle sağlıklı hücrelere de etki edecek olan dozajın az miktarda tutulması sayesinde, kanser hücrelerinin proliferasyon sistemi, zehir pompası sistemi gibi sistemler için sakladığı enerjiyi de minimuma indirir ve - en iyi ihtimalle - kanserin bir daha nüks etmemesini sağlar.
Bununla birlikte, immünoterapi ve genetik hedeflere yönelik kanser tedavilerinin gelişmesi ile, adaptif kemoterapi uygulamalarına ilgi azalmıştır.
Sonuç
Kanser, en hızlı evrilen hastalıklardan biridir ve evrimi, üzerine uygulanan evrimsel baskıların şiddetince hızlıdır. Bu baskı, terapi haricinde, çoğunlukla doğal çevresel ve genetik faktörlere bağlıdır. Bu faktörler Evrim Teorisi ışığında aydınlatıldığında, elimizdeki terapilerin işe yararlılıklarını artırabileceğimiz yöntemler keşfediyoruz ve keşfetmeye devam ediyoruz.
1. Pedro M. Enriquez-Navas, Jonathan W. Wojtkowiak & Robert A. Gatenby (2015), “Application of evolutionary principles to cancer therapy”, HHS Public Access, 75(22), 4675-4680.
2. Matias Casás-Selves & James DeGregori (2011), “How cancer shapes evolution, and how evolution shapes cancer”, NIH Public Access, 4(4), 624-634.
3. Leonard Nunney & Christoph Grunau (2017), “The Evolutionary Origins of Cancer and of Its Control by Immune Policing and Genetic Suppression” & “The Epigenetic Component In Cancer Evolution”, ScienceDirect; “Ecology and Evolution of Cancer” kitabı; 1-9 & 87-98.
4. Shuang Li & Qin Li (2014), “Cancer stem cells and tumor metastasis (Review)”, International Journal of Oncology, 44, 1806-1812.
5. Gary H. Merrill (2011), “Ontology, Ontologies, and Science”, SpringerNature, 30(1), 71-83.